Pages

7 Nisan 2010 Çarşamba

2009 - 2010 MÜZİK DERSİ II. DÖNEM ZÜMRE TUTANAĞI

Toplantı tarihi :
Toplantı Saati:14:00
Toplantı Yeri:Öğretmenler Odası
 Toplantı no : 2
 
GÜNDEM
1.      Açılış ve Yoklama
 
2.      Türk Milli Eğitiminin genel amaçları ile müzik dersi genel amaçlarının incelenmesi
 
3.      Atatürk İlke Ve İnkılaplarının ve Atatürkçülük konularının yıllık planlara aktarılması
 
4.      Yıllık ve günlük planların yapılışları ve uygulanmasıyla ilgili esasların tespiti ve ödev konularının belirlenmesi
 
5.      Ölçme ve Değerlendirme kriterlerinin belirlenmesi
 
6.      Dersin işlenişinde takip edilecek, öğrenciyi başarıya götürecek yöntem ve tekniklerin incelenmesi
 
7.      Derslerde yararlanılacak ve öğrencilere aldırılacak araç-gereçlerde okulun  ve çevrenin özellikleri doğrultusunda varsa değişikliklerin tespiti
 
8.      Zayıf fakat gelişmeye elverişli öğrencilerle nasıl ilgilenileceğinin görüşülmesi
 
9.      Problemlerin çözümünde izlenecek yol
 
10.  Başarıyı arttırmak için alınacak önlemlerin görüşülmesi.
 
11.  Dönem içi yapılacak kutlama çalışmaları
 
12.  Dilek ve temenniler
 
GÜNDEMİN GÖRÜŞÜLMESİ
 
1.      Müdür baş yardımcısı …..  başkanlığında Müzik Dersi Zümre Başkanı …….. ‘nun katılımıyla toplantı açılmıştır.
 
2.      1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunundan Türk Milli Eğitiminin amaçları okundu.Müzik eğitiminin amaçlarından sevgi,dostluk,güzellik ve paylaşma kavramları üzerinde durulacağı  müzik öğretmeni tarafından belirtildi.
 
3.      Öğrencilerin Atatürk İlke Ve İnkılaplarına bağlı kişiler olarak  özen gösterilerek  yeri geldikçe  ve önemli gün ve haftalarda bu konu ile ilgili öğrencilere bilgi verilmesi ne karar verildi.
 
4.      Yıllık planlar konuların dağılımına göre yapılacak detaylar günlük  planlarda belirtilecek.İstiklal marşının doğru ve temiz söylenmesi yıllık planda ilk haftada belirtilecek ancak yıllık plana aktarılmasa da   dönem içerisinde öğrencilere söyletilecek.
 
               6.SINIF ÖDEV KONULARI
·        İstiklal Marşımızın T.B.M.M`de kabul edilişi  ve Osman Zeki ÜNGÖR`ün  hayatı
·        Ülkemizde başlıca müzik türleri
·        Atatürk`ün müzikle ilgili düşünceleri
               7.SINIF ÖDEV KONULARI
·        T.H.M Çalgıları
·        T.S.M Çalgıları
·        Klasik Batı Müziği Çalgılar
               8.SINIF ÖDEV KONULARI
·        Hasan Ferit ALNAR `ın hayatı ve eserleri
·        Ulvi Cemal ERKİN `in hayatı ve eserleri
·        Cemal Reşit REY `in hayatı ve eserleri
·        Necil Kazım AKSES `in hayatı ve eserleri
·        Ahmet Adnan SAYGUN `un hayatı ve eserleri
 
5.       1.  ve 2. notlar 100 puan üzerinden dersin   özelliği nedeniyle şarkı söylemeden sözlü notu(uygulama) olarak  verilecek, 3. sözlü notları ise dönem sonuna kadar görevli olan öğrencilerin yapmış olduğu defter ve kitap kontrolü ve ders içi katılımdan verilecektir.
 
6.      Dersin işlenişinde takip edilecek öğretim yöntemlerinin, her konu için konuya uygun farklı bir öğretim yöntemi ve çoklu zekâ kuramına uygun bir şekilde uygulanmasının, dersin amacının belirlenmesinde daha etkili olacağı düşünüldü. Aynı zamanda drama, çözümleme, yaratma, soru-cevap, yeniden bulma, örnekleme, anlatma, öyküleme, yakından uzağa, somuttan soyuta, bilinenden bilinmeyene, kulaktan öğretim ve uygulama gibi yöntemlerin kullanılmasına zümremizce karar verildi.
 
7.      Ders kitap ve defterlerini okula getirmek zorunludur.İşlenecek şarkılar zaman zaman deftere yazılacak, zaman zaman kitaptan işlenecektir..Sınıf  mevcutlarının kalabalık olmasından kaynaklanan problemleri önlemek amacıyla dönem içerisinde blokflüt kullanılmayacaktır.
 
8.      Bu tür öğrenciler özellikle ödev konuları vb. konularda  proje hazırlamaya yönlendirilerek derse katılım sağlanacak. Bu tür öğrenciler  başarılı öğrencilerle  eşleştirilerek birbirlerine karşı sorumlu olmaları sağlanacaktır.
 
9.      Problemlerin sınıfta çözümlenemediği durumlarda veli,rehberlik servisi ve okul idaresiyle iş birliğine gidilecektir.
 
10.  Müzik dersinin eğlenerek öğrenmek amacı  çerçevesinde işlenerek, farklı materyallerle, dersin olabildiğince zevkli hale getirilerek işlenmesi gerektiği, öğrencinin de müziğe bakış açısının bu şekilde güzelleşeceğini daha yalın hale getirileceğini, müziğin evrenselliğinin öğrenciye kazandırılabileceğini Müzik Öğretmeni ……… belirtmiştir.
 
11.  Dönem içerisinde belirli gün ve haftalar kapsamında yapılacak olan etkinliklerde öğrencilerle yapılan koro çalışmalarının segileneceği belirtildi.
 
12.   ……… Eğitim Öğretim yılının müzik dersinde daha verimli ve başarılı geçmesi  dileğiyle toplantıya son verildi.

Bilinçli tüketici nasıl olunur-Kompozisyon Ödevi

Hepimizin muhakkak ihtiyaçları olmuştur.Kimisi iPod, kimisi ayakkabı, kimisi cep telefonu almıştır.Peki ihtiyaçlarımızı karşılarken veya karşıladıktan sonra acaba ben nasıl bir tüketiciyim sorusu aklımıza gelmişmidir.Veya ne kadar bilinçliyiz.Mesela bunu şöyle ölçelim ürün bozulduğunda ilk iş olarak servisine mi götürüyoruz?Cevabınız evet ise yazıyı sonuna kadar okumanız yararınıza olacaktır.
Ürünü alma aşamasınayken:
Ürünümüz bir cep telefonu olsun.Yaman marka bir cep telefonu var.Bu telefon internetteki herhangibir alışveriş sitesinde 500 Ytl olsun, herhangibir tekno markette 505 Ytl olsun, dışarıdaki bir telefoncuda da 515 Ytl olsun.Telefon ve modeli üçünde de aynı.Ancak gördüğümüz üzere fiyatlar farklı onun için önce belirlediğimiz özelliklerde bir telefonun veya ürünün fiyatını bir araştırmalıyız.Ve internetten aldığımız ürünlerin kargo ücretlerini de bu hesaba katıp doğru bir kıyaslama yapmamız lazım.Diyelim ki en uygun tekno markette çıktı ve gittim alacağım.Mutlaka yanındaki aksesuarları, ambalajın içerisinde gelen kitapçıkları ve buna benzer materyalleri kontrol etmemiz lazım.Diyelim ki ben Yaman marka telefonu aldım eve geldim ve kulaklığı çıkmadı.Aldığım yere götürdüğümde ne ile karşılaşacağımı bilemem.Bana satan kişican veya dişican “ben size tam vermiştim” diyebilir.Bu tür olaylara meydan vermemek için ilk kontrol öenmli.Ha unutmadan mutlaka fiş, fatura, teslim fişi gibi bir belgeyi almayı unutmayın.
Ürünü aldıktan sonra:
Yaman marka cep telefonumuzu aldık ve eve geldik.Ancak daha hiçbirşeyini bilmiyoruz.Ve bu marka ve modelden kullanan arkaşlarımız var.Tutup da arkadaşımızdan öğrenmiyoruz kullanımını.Herşeyin en doğrusu kutunun içerisinde gelen kullanma kılavuzunda mevcuttur.Arkadaşımızın doğru kullandığını bilemeyiz.Değil mi?Onun için ilk kullanımdan önce mutlaka kıvavuzu okumalı ve talimatları yerine getirmeliyiz.Ha bir de şu kısım var ürünümüzü bir buzdolabı olarak değiştirelim.Buzdolabını aldınız evinize geldi, yetkili servis tanıtımını yaptı ve gitti.Bu arada da elektrikler gitti geldi.Elektrik geldikten sonra buzdolabından sinyal sesi geliyor.Bozuldu diye hemen aldığımız yeri veya servisi aramanın bir mantığı yoktur.Kılavuzunda zaten onunla ilgili kısımlar var.Açıp okusak aslında onun bozulmadığını elektriğin gidip geldiğini ve dolabın içindeki yiyeceklerin kontrol edilmesi gerektiğini bize haber veren teknolojik bir sinyal olduğunu kendimiz de göreceğiz.ilk iş olarak servisi veya satıcıyı aramakla aslında o insanların da vaktini çalmış oluyoruz (kendimizden biliyorum buzdolabı ile ilgili gelen en çok şikayet bu
Üründen memnun kalmadıysak:
Evet işin en caf caflı kısmı burası.Tüketici Hakları diye bir hakkımız var.Ancak bunu bazen abartanlarımız var.Ürünümüz yine buzdolabı olsun.Huriye teyze Yaman marka bir buzdolabı alsın.Eve gelsin.ikinci gününe de arıza yapsın.Ve Huriye teyzem bu markaya karşı soğukluk hissetsin.Olabilir dedi ve servisi çağırdı.Servis geldi arızayı giderdi ve gitti.Birkaç gün sonra yeniden arızalandı.Yine servis geldi yine tamir etti yine gitti.Veee evet üçüncü arıza.Artık Huriye teyzem dolabın değişmesini isteyebilir.Üçüncü arızadan sonra ürünün değişimini talep edebiliriz.Veya para iadesi de isteyebiliriz.Ancak düzgün çalışan bir dolaba saçma bir bahane bulup bunu değiştirin diyemeyiz.Mesela bu saçma bahane buzdolabının küçük gelmesi olabilir.Ama bunda suç tüketicinindir.Çünkü kendisi beğenerek, görerek almıştır.Ve eğer asılsız bir bahaneyle ürünün değişimini istersek, tüketici haklarımızı kullanmaya çalışırsak, yerel gazetede orda burda o markayı kötülersek bilin ki hapı yuttunuz.Çünkü firma aleyhinize bir tazminat davası açabilir.Alanya’da böyle bir olay mazide yaşanmıştı.Babacanın birisi A marka buzdolabının arızalı olduğunu ve firmanın değiştirmediğini gazeteye fotoğraf çektirerek vermiş A marka yetkilileri yanlarında bilirkişiler ile babacanın dolabını incelemişler ve tüketici hatası olduğu ortaya çıkmıştı.Ve sonrası kötü bir macera olmuştu babacan için.Firma babacana 10 milyarlık tazminat davası açmış ve paşa paşa da kazanmıştı.Onun için hakkımızı bilmemizde fayda var.Yani herşey tüketici hakkına girmez.Bir ürün alındıktan sonra 1 ay içinde iade edilir ama hangi şartlarda olduğunu bilmek lazım.
Bu yazıdaki örneklerin bir kısmı hayali bir kısmı da bizzat kendim tarafından yaşanmış ve yaşanmaktadır.Faydalı bir yazı olduysa ne mutlu bana
 

Ultrasonun kullanım alanları ve ultrason nedir?

http://www.fizikportali.com/wp-content/uploads/2009/04/sesdalgalari.jpg
ULTRASON
Dünyada ardı ardına teknolojik buluşlar yapılıyor. Her yeni teknolojik buluş kısa zamanda tıbbın da hizmetine giriyor. Teknoloji daha iyi tanı konulması ve daha iyi tedavi sağlanmasında doktorların en önemli yardımcısı oluyor. Bu modern buluşlardan biri de ultrason cihazıdır. Bu cihazla doktorlar hastanın iç organlarını ayrıntılı biçimde görürler. Bu nedenle Ultrason tıbbın hemen her alanında geniş uygulama alanı bulmuştur. Hamilelik boyunca ve doğum sırasında ultrason ile muayene doğacak Canın sağlığını kontrol etmede oldukça yararlıdır.
Ultrason nedir?
Ultrason ses dalgalarının özelliklerinde yararlanılarak oluşturulmuş bir aygıttır. Aletin gezici kısmından insan kulağının duyamıyacağı kadar yüksek frekanslı ses dalgaları çıkar. Bu dalgalar değişik yoğunluktaki ortamlardan geçerken geri yansır. Bu geri yansımalar prob dediğimiz kısım tarafından toplanır ve cihazın beynine gönderilir. Iç organlardan geri yansıyan ses dalgaları aletin bilgisayarı tarafından resim haline getirilir ve ekranda görülür. Böylece iç organların ve Canın şekli ortaya çıkar. Sert organlar beyaz, yumuşak organlar gri, sıvı organlar siyah olarak gözükür. Bir organda ne kadar değişik yoğunluk bir arada ise o organ o kadar iyi izlenir. Canın etrafı sıvı ile çevrili olduğundan çok net görüntüler elde edilir. Ses dalgaları X ışını içermediğinden radyasyon etkisi yoktur. İnsanlar üzerinde hiçbir zararlı etkisi gösterilmemiştir.
Ultrason aletinin iki ana parçası vardır : Ana ünite ve prob. Tetkik esnasında incelenen vücut alanına konulan ultrason parçasına prob denir.Yüksek frekanslı sesler, prob içinde bulunan transdüser (çevirici) aracılığıyla elektrik enerjisine dönüştürülür. Vücuttan gelen ses dalgalarının oluşturduğu enerji de yine aynı şekilde transdüser aracılığıyla elektrik enerjisine çevrilir.Bu değişimler prob içindeki piazoelektrik kristallerde gerçekleşir.Böylece vücuttan gelen ses dalgaları görüntüye çevrilerek TV ekranında görünür hale getirilir. Oluşturulan görüntüye sonogram denir. Bu görüntüler printer (fotoğraf baskı aracı) ile anında kaydedilebilir.
Ultrasonografi en çok , sıvı içeren organların ve yapıların incelenmesinde yararlıdır.Kemik gibi katı yapılar ve akciğer gibi hava dolu organlar (çok fazla sıvı içermediklerinden) ultrasonda iyi görünmezler.Fakat sıvı içeren organlardaki kitle ve katı oluşumlar izlenebilir. Ultrasonografi çeşitli alanlarda kullanılır: Batın (karın) içi organları incelemede (abdominal USG),kadın hastalıklarında (jinekolojik USG),gebelik ve doğum takibinde (obstetrik USG), kalp işlevlerinin ve yapısının incelenmesinde (ekokardiografi), meme dokusunu incelemede (mamografi), damarların-tiroid-testis-göz vb organ ve yapıların incelenmesinde...İncelenen organın yerine ve özelliğine göre, değişik ultrason cihazları ve problar kullanılır.Ultrasonografide prob, genelde (abdominal USGde olduğu gibi) vücut üzerinde gezdirilir.Probun vücut içine sokulması yoluyla yapılan USG çeşitleri de vardır: Transvaginal, transrektal gibi..
Ultrasonun yararları nelerdir?
Doğum hekimliğinde, ultrason anne karnında büyümekte olan bebeği görmek için kullanılır. Hamile bir anne için böyle bir cihazın bulunması çok büyük bir şansdır. Daha önceleri, anlaşılamayan bir çok olumsuzluk şimdi erkenden ve kolaylıkla saptanabilmektedir. Ultrasonla Anne karnındaki Canın tepeden tırnağa muayenesini yapmak mümkündür. Içerdeki Canın sağlığı açısından çok önemli bilgiler elde edilir.
Doppler Ultrason...
Teknoloji kan damarlarındaki sıvının yönünü ve hızını ölçecek duruma gelmiştir. Bu işlem doppler etki dediğimiz fiziksel olay sayesinde mümkün olmaktadır. Hareket ile sesin frekansı değişmektedir. Hareket eden kan hücrelerinden yansıyan ses dalgalarının frekansı, hareket etmeyen organlardan yansıyan ses dalgalarına göre farklıdır. Bu farklılığın cihaz tarafından saptanması ile bir damardaki kan akımının miktarı saptanır. Cihaza doğru olan akımlar kırmızı, cihazdan uzaklaşan akımlar mavi renkte görüntü verir.
Ultrasonun yararları
EGE Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sermet Sağol, gebelik takibi sırasında ultrasonografi ile ciddi bebek anomalilerin tespit edilebildiğini belirterek, bu şekilde bebek ölü doğum oranının azalacağını söyledi.
Prof. Dr. Sermet Sağol, anne karnında bebeğin gelişiminde kısıtlanma olduğunun saptanması durumunda anne ve bebeğe ait damarların Doppler ultrasonografi ile değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti. Prof. Dr. Sağol, “Doppler ultrasonografi, ciddi kronik beslenme ve oksijen yetersizliği içindeki bebeklerin erkenden tanınmasına olanak sağlamaktadır. Böylelikle bebekler, anne karnında yaşamını yitirmeden veya oksijensizliğe bağlı ciddi yaşamsal organ hasarları gelişmeden önlem alınması ya da bebeğin uygun koşullarda doğurtulması sağlanıyor.
Doppler uygulamaları ile doğum öncesi dönemde oksijensizliğe bağlı bebek ölümlerinin en az seviyeye indirilerek, yenidoğan ölümlerinin düşürülmesi sağlanacak” dedi.
Prof. Dr. Sağol, Türkiye'de binde 15-21 olan yenidoğan bebek ölüm hızını gelişmiş ülkeler seviyesine çekebilmek için Türkiye genelinde yoğun kampanya ve çalışmaların yapıldığını söyledi.
Prof. Dr. Sağol, Türk Neonatoloji Derneği'nin yaptığı araştırmada bebek ölümlerinin, yüzde 44'ünün ölü doğumlara, yüzde 26'sının erken doğuma, yüzde 14'ünün doğumsal sakatlıklara, yüzde 11'nin solunum sıkıntısına bağlı olduğunun görüldüğüne dikkat çekti.
Ultrasonun zararı yok
Yumurta ayırıcı ilaçlar yumurtalıkların aşırı uyarılmasına, karında su toplanmasına neden olabilirler ve bu şekilde ortaya çıkan tabloya 'Ovarian hiperstimulasyon sendromu' denir. Yüzde l-3 oranında görülebilir. Bu durumun ağır seyreden tipinde hastanede yatarak tedavi görmek ve yumurtalıklarda yumurta büyümesini izlemek için ultrason görüntüleme kullanılır. Ultrasonografiye genellikle cilt altı iğne kullanıldıktan sonra başlanır. Erken gebelikte ultrason kullanımının zarar verici bir etkisi yoktur. USG yapılan günlerde aynı zamanda kan testi de yapılır.

Güneş Sistemi Çevresindeki Uydusu Olan Gezegenler

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/83/Solar_system.jpg/482px-Solar_system.jpg
Dünya: Çapı 12756 km, kütlesi 5,97x1024 kg. Güneş’e uzaklığı 149597890 km. Güneş’in etrafında 365,25, kendi etrafında ise 1 günde döner. Ortalama yüzey sıcaklığı 15 derecedir. Uydusu: Ay.

Ay: Dünya’nın tek uydusudur. Kendi çevresindeki dönüş süresiyle Dünya çevresindeki dönüş süresi aynı (27,322 gün) olduğu için Dünya’dan hep aynı yüzü görünür. Yerçekimi ivmesi Dünya’nın yerçekimi ivmesinin altıda biridir. Dünya’ya uzaklığı 363300 km ile 405500 km arasında değişir. Dünya üzerindeki kütle çekimi etkisi gelgit olaylarına yol açar.

Mars: Adını Roma mitolojisindeki savaş tanrısı Mars’tan alır. Çapı 3390 km. Güneş’in etrafında 687, kendi etrafında ise 24,6 günde döner. Yüzey sıcaklığı –220 derece ile 70 derece arasında değişir. Çoğunlukla karbondioksitten oluşan atmosferi çok incedir. 2 uydusu vardır: Fobos ve Deimos.

Fobos: Yunanca “korku” anlamına gelmektedir. 1877 yılında, Deimos’tan iki gün sonra, Asaph Hall tarafından keşfedilmiştir. Muhtemelen Mars’ın yörüngesi tarafından yakalanmış bir asteroiddir. Güneş Sistemi’nde gezegenine en yakın olan uydudur (6000 km). Ortalama 23 km çapındadır, ama düzensiz bir şekli vardır. Mars’ın çevresinde 7 saat 39 dakikada döner. 50 milyon yıl sonra Mars’a çarpacağı öngörülmektedir.

Deimos: Yunanca “dehşet” anlamına gelmektedir. 1877 yılında Asaph Hall tarafından keşfedilmiştir. O da muhtemelen Mars’ın yörüngesi tarafından yakalanmış bir asteroiddir. Mars’ın çevresinde yaklaşık 30 saatte döner. Ortalama 13 km olan çapıyla Güneş Sistemi’nin en küçük uydusudur.

Jüpiter: Adını Roma mitolojisindeki tanrılar tanrısı İupiter’den alır. İlk 4 gezegenden farklı olarak yoğun bir gazlar karışımından oluşur. Güneş Sistemi’nin en büyük gezegenidir. Güçlü kütle çekimi birçok asteroidi ve kuyrukluyıldızı etkiler. Çapı Dünya’nın çapının 11 katıdır. Güneş’in etrafında 11,9 yılda, kendi etrafında ise 9 saat 50 dakikada döner. Yüzey sıcaklığı dışlarda –110 derecedir, iç kısımları daha sıcaktır. Atmosferinin %90’ı hidrojendir. Jüpiter’in 4 tane halkası vardır: En içte Halo halkası, ikinci Ana halka, dışarıdaki ikisi de Gossamer halkaları. Kabul edilen 16 tane uydusu vardır: İo, Europa, Ganimed, Kallisto, Metis, Adrastea, Amaltea, Tebe, Leda, Himalya, Lisitea, Elara, Ananke, Karme, Pasife, Sinope.

İo: Galileo tarafından bulunmuştur. Adını Yunan mitolojisindeki, Zeus'un aşık olduğu, fakat Hera'nın kıskançlığından sakınmak için bir buzağıya çevirdiği bir kızdan alır. Güneş Sistemi'nde en çok volkanik aktiviteye sahip olan cisimdir. Bu sıcaklığı Jüpiter'e nispeten yakın olmasından kaynaklanmaktadır. Çapı 3629 km, Jüpiter'in çevresinde dönüş süresi 3,6 gündür.

Europa: Galileo tarafından bulunmuştur. Adını Yunan mitolojisinde Zeus'un aşık olup kaçırdığı, sonradan Minos'un annesi olan bir Fenike prensesinden alır. Buzlarla kaplıdır, ve Güneş Sistemi'nde en düzgün yüzeye sahip olan cisimdir. Yüzeyinde su bulunma ihtimali vardır. Çapı 3126 km, Jüpiter'in çevresinde dönüş süresi 1,8 gündür.

Ganimed: Galileo tarafından bulunmuştur. Adını Yunan mitolojisinde Zeus tarafından tanrılara saki olmak üzere kaçırılan Truvalı bir gençten alır. Güneş Sistemi'ndeki gezegenlerin uyduları arasındaki en büyük uydudur, hatta Plüton ve Merkür'den büyüktür. Çapı 5276 km, Jüpiter'in çevresinde dönüş süresi 7,2 gündür.

Kallisto: Galileo tarafından bulunmuştur. Adını Zeus'un aşık olup sonradan ayıya çevirdiği bir nemften alır. Çapı 4800 km, Jüpiter'in çevresinde dönüş süresi 16,7 gündür.

Metis: Adını Zeus'un ilk karısı olan devden alır. 1979'da Voyager 1 tarafından keşfedildi. Çapı 40 km. Adrastea ile hemen hemen birlikte hareket eder. Jüpiter'in çevresini 7,1 saatte döner ve bu hız Jüpiter'in kendi çevresinde dönüş hızından fazla olduğu için, Jüpiter'den gözlenirse batıdan doğup doğudan batar.

Adrastea: Adını Yunan mitolojisinde Zeus'un ödüllerin ve cezaların dağıtıcısı olan kızından alır. 1979'da Voyager 1 tarafından keşfedildi. Ebadı 26 km X 16 km. Metis ile hemen hemen birlikte hareket eder. Jüpiter'in çevresini 7,1 saatte döner ve bu hız Jüpiter'in kendi çevresinde dönüş hızından fazla olduğu için, Jüpiter'den gözlenirse batıdan doğup doğudan batar.

Amaltea: Adını Zeus'a bebekken bakan nemften alır. 1892'de Edward Emerson Barnard tarafından keşfedildi. Fotoğrafla değil de gözlemle keşfedilen son uydudur. Ebadı 262 km x 134 km. Jüpiter'in çevresini 12 saatte döner.
Tebe: Adını Yunan mitolojisindeki bir başka nemften alır. 1979'da Voyager 1 tarafından keşfedildi. Çapı 100 km. Jüpiter'in çevresini 16,2 saatte döner.

Leda: Adını Yunan mitolojisindeki Truvalı Helen'in annesi olan Sparta kraliçesinden alır. 1974'te C. Kowal tarafından keşfedildi. Çapı 10 km. Jüpiter'in çevresini 239 günde döner. Leda'nın Himalya, Lisitea ve Elara ile birlikte bir asteroidin parçalanması sonucu oluştuğu düşünülmektedir.

Himalya: Adını Yunan mitolojisinde Zeus'un üç çocuğunun annesi olan bir nemften alır. 1904'te C. Perrine tarafından keşfedildi. Çapı 170 km. Jüpiter'in çevresini 251 günde döner.

Lisitea: Adını Yunan mitolojisindeki Okeanus'un bir kızından alır. 1938'de S. Nicholson tarafından keşfedildi. Çapı 24 km. Jüpiter'in çevresini 259 saatte döner.

Elara: Adını Zeus'un çocuğu olan dev Tityus'un annesinden alır. 1904'te C. Perrine tarafından keşfedildi. Çapı 80 km. Jüpiter'in çevresini 260 günde döner.

Ananke: Yunan mitolojisinde Adrastea'nın annesidir. 1951'de S. Nicholson tarafından keşfedildi. Çapı 20 km. Jüpiter'in çevresini 631 günde döner. Ananke'nin Karme, Pasife ve Sinope ile birlikte bir asteroidin parçalanması sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Bütün bu uyduların dönüş yönü, Jüpiter'in kendi çevresindeki dönüş yönünün tersidir.

Karme: Yunan mitolojisinde Zeus'un karılarından bir diğeridir. 1938'de S. Nicholson tarafından keşfedildi. Çapı 30 km. Jüpiter'in çevresini 692 günde döner.

Pasife: Yunan mitolojisinde Minator'un annesidir. 1908'de P. Melotte tarafından keşfedildi. Çapı 36 km. Jüpiter'in çevresini 735 günde döner.

Sinope: Yunan mitolojisinde Zeus'un aşık olduğu bir diğer kadındır. 1914'de S. Nicholson tarafından keşfedildi. Çapı 28 km. Jüpiter'in çevresini 758 günde döner.

Yenilenebilir ve Yenilenemez Enerji Kaynakları

Yenilenemez Enerji Kaynakları

Klasik kaynaklar, Karbon bazlı olarak adlandırabilecek kaynaklardır. Petrol, kömür ve doğalgaz en temel enerji kaynaklarıdır. Bunlar, meydana gelişleri itibarıyla yenilenmeleri çok uzun bir süre aldığından, yenilenmeyen enerji kaynakları olarak da adlandırılırlar.

Kömür : Yeraltı madenciliği veya açık işletme metodları kullanılarak çıkarılan fosil kaynaklı yakıttır. Genellikle hayvan fosillerinden oluşur. Kolayca yanabilen siyah veya kahverengimsi redüksiyonunda çok büyük önemi vardır. Bir çok çeşidi vardır. Mesela taş kömürü, fabrikalarda kullanılır. Isı derecesi yüksektir. Antrasit, ısı değeri en yüksek olan kömürdür, ülkemizde az bulunur. Ayrıca ülkemizde en çok bulunan kömür linyittir.

Taşkömürü : Türkiye’de Zonguldak, Amasra, Ereğli arasındaki sahada çıkarılır.
Demir - çelik sanayiinde enerji kaynağı olarak tüketildiğinden, Karabük ve Ereğli demir - çelik fabrikaları buraya kurulmuştur.

Linyit : Türkiye genelde üçüncü jeolojik devirde oluştuğundan linyit en zengin enerji kaynaklarımızdan biridir. Bütün bölgelerde linyit rezervi bulunmaktadır. Taşkömürüne göre kalorisi daha azdır. Ancak yaygın olduğundan enerji ihtiyacımızın en önemli kısmını karşılamaktadır.

Linyit yatakları Afşin, Elbistan (K. Maraş), Tavşanlı, Seyitömer (Kütahya), Soma (Manisa), Yatağan (Muğla), Saray (Tekirdağ), Aşkale (Erzurum), Aydın, Amasya ve Yozgat çevresinde bulunmaktadır.

Linyitten elektrik enerjisi elde eden termik santrallerimiz, Soma, Tunçbilek, Seyitömer, Afşin - Elbistan, Yatağan ve Orhaneli termik santralleridir.

Petrol : Yüzmilyonlarca yıldan bu yana denizlerde yaşayan ya da suların denizlere sürüklediği bitki kalıntılarının anaeorabik bir ortamda, uygun şartlar altında (sıcaklık, basınç ve mikroorganizmaların etkisiyle), toprağın üstünde başkalaşmasıyla oluşur. Değeri çok yüksektir, çünkü oldukça az bulunan bir yakıttır.

Doğalgaz : Petrol gibi doğalgaz da çok eski tarihlerden beri bilinmekle ve kullanılmakla beraber; bugünkü konumuna gelişi, 1816 yılında ABD’nin Baltimore kentinin sokak lambalarının doğalgaz aracılığıyla aydınlatılmasıyla başlar.

Dünya enerji tüketiminin %22’ si doğalgaza dayanmaktadır. İşyerleri ve evler ısınma amacıyla çok yoğun miktarda doğalgaz kullanırlar. Isınma, toplam doğalgaz kullanımında %75 gibi bir orana sahiptir. Bunun yanı sıra elektrik üretiminde de doğalgaz kullanılmaktadır. Fakat %10–15 gibi düşük oranlarda kalmaktadır.

Dünyada büyük ölçüde yenilenemeyen enerji kaynaklarının kullanılıyor olması, çevre sorunlarını önemli ölçüde artırmıştır. Bu nedenle çevresel etkileri az olan yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneliş her bakımdan avantajlı olmaktadır. Ancak bazı teknik sorunların çözümlenebilmesi için zamana ihtiyaç vardır ve bu da söz konusu geçişin oldukça uzun bir süre alacağını göstermektedir.

Gelecek 100 yıl içinde yenilenemez enerji kaynakları olan kömür, petrol ve doğalgazın tükeneceği öngörülmektedir. Sürekli yenilendikleri için yenilenebilir enerji kaynakları olarak adlandırılan hidrolik, güneş, rüzgar, jeotermik, biyokütle, gel-git, dalga ve akıntı enerjilerinin, su hariç olmak üzere dünyada üretilen toplam elektrik enerjisi içindeki payları sadece %4 kadardır

YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAKLARI

Yenilenebilir enerji kaynaklarına genel olarak; güneş, hidrojen, rüzgar, hidroelektrik, jeotermal, biomas örnek verilebilir.




Ben Rüzgârım. Çok temizim ve doğada bol olarak bulunurum. türbin adı verilen yüksek kuleler aracılığıyla benim enerjim elektrik dönüştürülerek çeşitli yerlerde kullanılırım



Ben en basit element olan Hidrojenim. Evrende en fazla ben bulunurum ve Çeşitli yerlerde yakıt Olarak kullanılırım.



Ben Hidroelektriğim. Büyük nehirlere kurulan barajlar sayesinde benden enerji elde edilir. Benden üretilen elektrik sayesinde, günlük enerji ihtiyacının çoğunu karşılarım.




Benim adım Biomas. Bitki ve Hayvan atıklarını ve ormandaki Çürümüş atıkları enerjiye dönüştürürüm. Benim sayemde biogaz, biodizel gibi enerji kaynakları oluşur.




Benim adım Jeotermal. Ben yer altından çıkarım. Benden çıkan sıcak su ile birçok yerin enerji ihtiyacını gideririm.


.
Ben Güneşim. Bütün enerji kaynaklarına enerjisini ben veririm. Benim enerjimi toplayıp ısı ve elektriğe çevirebilen araçlarla evlerin su ve ısınma ihtiyacını karşılarlar.

Geri Dönüşüm

Yeniden değerlendirilme imkanı olan atıkların çeşitli fiziksel ve/veya kimyasal işlemlerden geçirilerek ikincil hammaddeye dönüştürülerek tekrar üretim sürecine dahil edilmesine geri dönüşüm denir. Diğer bir tanımlamayla herhangi bir şekilde kullanılarak kullanım dışı kalan geri dönüştürülebilir atık malzemelerin çeşitli geri dönüşüm yöntemleri ile hammadde olarak tekrar imalat süreçlerine kazandırılması olarak tanımlanabilir. Tabii kaynakların sonsuz olmadığı, dikkatlice kullanılmadığı takdirde bir gün bu doğal kaynakların tükeneceği aıldan çıkarılmamalıdır. Bu durumu farkına varan ülke ve üreticiler kaynak israfını önlemek ve ortaya çıkabilecek enerji krizleri ile başdebilmek için atıkların geri kazanılması ve tekrar kullanılması için çeşitli yöntemler aramış ve geliştirmişlerdir. Kalkınma çabasında olan ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya bulunan gelişmekte olan ülkelerin de tabii kaynaklarından uzun vadede ve maksimum bir şekilde faydalanabilmeleri için atık israfına son vermeleri, ekonomik değeri olan maddeleri geri kazanma ve tekrar kullanma yöntemlerini uygulamaları gerekmektedir. Geri dönüşümde amac; kaynakların luzumsuz kullanılmasını önlemek ve atıkların kaynağında ayrıştırılması ile birlikte atık çöp miktarının azaltılması olarak düşünülmelidir. Demir, çelik, bakır, kurşun, kağıt, plastik, kauçuk, cam, elektronik atıklar gibi maddelerin geri kazanılması ve tekrar kullanılması, tabii kaynakların tükenmesini önleyecektir. Bu durum; ülkelerin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ithal edilen hurda malzemeye ödenen döviz miktarını da azaltacak, kullanılan enerjiden büyük ölçüde tasarruf sağlayacaktır. Örneğin kullanılmış kağıdın tekrar kağıt imalatında kullanılması hava kirliliğini %74-94, su kirliliğini %35, su kullanımını %45 azaltığı ve bir ton atık kağıdın kağıt hamuruna katılmasıyla 8 ağacın kesilmesi önlenebilmektedir.

Madde Döngüleri

http://www.edubilim.com/forum/dlattach.html%3Btopic=12068.0%3Battach=403%3Bimage
Yaşama birliklerinde ve onun büyütülmüşü olan tabiatta canlılığın aksamadan devam edebilmesi için bazı önemli maddelerin kullanılan kadar da üretilmesi gerekmektedir.Doğada ekolojik önemi olan bu maddeler canlılar ve çevreleri arasında alınıp verilir.Bu maddeler güneş enerjisi yardımıyla belirliyörüngeleri izleyerek dolaşımlarını tamamlarlar.Maddelerin ekosistemdeki bu dolaşımınamadde döngüsü denir.Tüm maddeler döngü yoluyla sürekli olarak canlılar tarafından yeniden kullanılır.Canlılar için gerekli olup,devredilmesi gereken maddelerin en önemlileri;oksijen,su,azot,karbon,fosfor ve kükürttür. Bu madde döngülerindeki en önemli rolü saprofitler ve kemosentetik bakteriler üstlenmektedir. Çünkü bunlar doğada her an toprağa düşen organik artıkları ve cesetleri ayrıştırarak inorganik maddelere dönüştürürler.Daha sonra bu yollarla serbest kalan inorganik maddeler yeniden fotosentez ve kemosentez yoluyla kullanılır halegetirilir.Fotosentez ve kemosentez olaylarıyla tekrar inorganik maddeler organik maddelere dönüştürülür. Bu organik artıklar yaprak,odun,kaya parçaları ve hayvan leşleri olabilir.Doğada hiçbir zaman madde kaybı söz konusu değildir
KARBON DÖNGÜSÜ

Canlı yapısının en önemli elementlerinden birisi karbondur.Bütün organik bileşiklerin temel yapı elemanıdır.Bunun için canlı organizmalar karbonlu bileşikleri kullanmak zorundadırlar.Karbon doğada hem mineral biçiminde (kömür,elmas,gaz halinde ya da suda çözünmüşdurumda karbondioksit olarak) hem de organik biçimde (canlı varlıklarca oluşturulanmoleküllerde) bulunur.Yeşil bitkiler güneşten gelen ışık ve doğadan absorbe ettikleri su ve karbondioksit molekülleri ile organik maddeleri sentezlerler.Bazı bakteriler ise besini kemosentez yoluyla üretirler.Bitki ve bazı bakterilerin sentezlediği organik maddeler arasında karbonhidrat önemli bir yer tutar.Karbonhidratları ve türevlerini,saprofit bakteriler absorbe ederek ve hayvanlar besin olarak tüketerek solunumda kullanmaları sonucu atmosfere serbest karbondioksit bırakırlar.

Gerek hayvanların gerekse mikroorganizmaların ölümleri sonucunda, toprakta ayrışmayabaşlayan vücut yapıları, metan bakterileri tarafından ayrıştırılarak CO' ye dönüştürülür ve atmosfere serbest olarak bırakılır.Şemada görüldüğü gibi CO , ışık ve su varlığında tekrarbitkiler tarafından fotosentez reaksiyonlarında kullanılır.
Bunun dışında bitki ve hayvan ölüleri, toprağın çok derinlerinde, yüksek basınç ve sıcaklık etkisi altında petrol ve kömür gibi yapılara dönüşebilirler.Petrol ve kömür, insanlar tarafından enerji ihtiyaçları için kullanılırken yine açığa karbondioksit (CO ) ve karbonmonoksit (CO) gazları çıkar.

AZOT DÖNGÜSÜ

Tek hücreli olsun çok hücreli olsun doğadaki tüm canlılar, yapılarına aldıkları besin maddeleri ile amino asit ve bu amino asitlerden de protein sentez ederler.Protein sentezi için gereken ana elementler ise karbondan sonra azottur.Azot gerek proteinlerin gerekse
DNA ' nın moleküler yapısı için gerekli olan çok önemli bir elementtir.Canlılar bunun için azotu kullanmak zorundadırlar.

Atmosferde %78 gibi yüksek bir oranda azot vardır.Fakat çoğu canlı atmosferdeki serbest azotu doğrudan kullanamaz.Azotun önce bakteriler,su yosunları ve bazı likenler tarafından aşka elementler-le birleştirilerek nitratlara dönüştürülmesi gerekir.Havadaki azotgazı, topraktaki azot tutucubakteriler tarafından nitratlara dönüştürülür.Bitkiler büyümeleri için gerekli azotu sağlamak için nitratları soğururlar.Hayvanlar bu bitkilerle beslenirler. Bakteri ve mantarlar,ölü bitki ve hayvanları toprağa amonyum bileşikleri yayarak çürütürler. Nitrat tutan bakteriler bu amonyum bileşiklerini, daha sonra bitkilerde kullanmak için nitrata dönüşen,nitrite dönüştürürler.Nitrat bozan bakteriler azot bileşiklerinin yeniden azot gazına dönüşmesini sağlarlar (denitrifikasyon).
Atmosfere serbest bırakılan azot, diğer mikroorganizmalar yada mantar, yosun vb. gibi canlılar tarafından absorbe edilerek protein sentezinde kullanılırlar.Bitkilerin kendileri de azotu kullanıp protein sentezlediği gibi, hayvanlar tarafından tüketilerek sindirildikten sonrayapılarındaki azotla yine protein sentezi gerçekleştirilir.
Ayrıca yıldırımve şimşek gibi gibi doğa olayları toprağa azot bağlanmasında etki ederler.

SU DÖNGÜSÜ

Su, bazı doğal kuvvetler ve hava hareketleriyle atmosfer ile yer yüzündeki karalar ve sular arasında sistemli bir şekilde hareket etmektedir.Buna su döngüsü veya hidrolojik dolaşım denir.Güneş enerjisinin ısıtmasıyla ,çeşitli kaynaklardan atmosfere çıkan su buharı;yağmur,kar, dolu gibi yağış biçimleriyle yeniden yer yüzüne döner.Bu suyun bir miktarı yer altı sularına karışırken,daha büyük bir kısmı,göl ve deniz gibi kaynaklarda birikir.Su döngüsü de,öteki tüm döngüler gibi süreklidir.Bitkiler de terleme ile su döngüsüne katılır.Yer yüzündeki bütün sular,su döngüsüne katılmaktadır.Yani,denizlerden buharlaşan su,yağış olarak yer yüzüne dönmekte, bir kısmı yüzeysel sularda birikip ,bir kısmı da yer altı sularına karışmaktadır. Yer altı sularının son toplanma yeri ise deniz ve okyanuslardır.Burada toplanan sular,su döngüsüne devam eder (uzun su devri).Deniz ve okyanuslardan buharlaşan suyun karalara geçmeden tekrar yağmur, kar,dolu, biçiminde deniz ve okyanuslara geçmesine kısa su devri denir.Buharlaşma ve terleme yoluyla yükselen su,bulutlarda yoğunlaşır.Bunun sonunda da yağış oluşur.Yağış olarak geri dönen suyun bir kısmı yüzey sularında (göl ve denizlerde) depo edilir.
Diğer kısmı yer altı sularına karışır.Toprağa giren su , yer altı suyu olarak tekrar denizlere akar. Bu şekilde su döngüsü tamamlanmış olur.

OKSİJEN DÖNGÜSÜ

Oksijen,değişik biçimlere dönüşerek doğada sürekli bir döngüiçerisindedir.Havada gaz, suda ise çözünmüş olarak bulunan oksijen,serbest halde azottan sonra en çok bulunan elementtir.Hayvanların ve basit yapılı bitkilerin,solunum yoluyla aldıkları oksijen hidrojenle birleşince su oluşur.Bu su, daha sonra dışarıya atılarak doğaya verilir.Ortamdaki karbondioksit, algler ve yeşil bitkiler tarafından fotosentez yoluyla karbonhidratlara dönüştürülür,yan ürün olarak da oksijen açığa çıkar.Dünyadaki sular,biyosferin başlıca oksijen kaynağıdır.Oksijenin yaklaşık %90’ ının bu sularda yaşayan alglerce karşılandığı tespit edilmiştir.Diğer döngülerde de bazı aşamalarda oksijenin yer aldığı bilinmektedir.
Atmosferdeki oksijen oranı sabittir.Çünkü solunum durmayan bir olaydır ve bütün canlılar tarafından gerçekleştirilmektedir.

FOSFOR DÖNGÜSÜ

Fosfor da, canlılar için gerekli temel maddelerdendir.Hücrelerde nükleik asitlerin enerji aktarımlarını sağlayan adenozin trifosfat(ATP) maddesinde,hücre zarının yapısında,ayrıca kemik ve dişlerin yapısında bulunur.Fosfor diğer elementler gibi doğada bileşikler halinde bulunur.Fakat bu bileşikler suda kolay çözünmezler.Fosfor bileşikleri özellikle kemik,diş,kabuk gibi hayvansal atıklarda ve doğal kayaçlarda bulunurlar.Bu bileşikler suda çözünmedikleri için diğer bazı bileşiklerle reaksiyona girerler.Bu bileşiklerin başında nitrat ve sülfirik asit yer alır.
Suda kolay kolay çözünmeyen fosfatlı bu bileşikler bu yolla çözülürler ve oluşan bu fosfat tuzları bitkiler tarafından absorbe edilebilirler.Bitkilerin hayvanlar tarafından besin olarak tüketilmesiyle fosfor dolaylı yoldan hayvanlara geçmiş olur.Fosfat,organizma artıkları ile toprağa geçer ya da çözülmeyen bileşikler şeklinde diş,kemik ve kabukların yapısına katılırlar.
Fosfat, kuş ve balıkların kemiklerinde de bulunduğu için, bu hayvanların ölmesi halinde fosilleri kayaçlara gömülebilir.Fosfat bileşiklerini ihtiva eden bu kayaçlar, yeryüzü hareketleriyle parçalanmaya uğrayarak tekrar doğaya karışabilir.Bunun yanında volkanik faaliyetlerle magma tabaasından yeryüzüne ilave olarak fosfat kazandırılabilir.Yine bazı tür bakteriler ortamda bulunan fosfatlı bileşikleri kemosentez reaksiyonlarıyla işleyerek çözünebilen fosfat tuzları (CaHPOve CaSOgibi) haline getirebilirler.
Fosfor döngüsünün temelini,fosforun karalardan denizlere veya denizlerden karalara taşınması oluşturur.Fosfatlı kayalardaki fosforun bir kısmı,erozyon yoluyla suda çözünmüşhale gelir.Bu inorganik fosfat ,bitkilerce,suda çözünmüş ortofosfat biçiminde alınır,organik fosfatlara çevrilir.Beslenme zinciriyle otobur ve etobur hayvanlara aktarılır.Bitki artıkları, hayvan ölüleri ve salgılarındaki organik fosfatlar,ayrıştırıcı mikroorganizmalar yardımıyla inorganik duruma çevrilir.Böylece yeniden bitkilerce alınmaya hazırdır.Jeolojik hareketlerdenbaşka,fosforun denizlerden karalara dönüşü,balıkçılık ve balık yiyen deniz kuşlarının dışkıları yoluyla olur.
 KÜKÜRT DÖNGÜSÜ

Kükürt,toprakta ve proteinlerin yapısında bol miktarda bulunur. Fakat bitkiler kükürdü sülfatlara çevrildikten sonra kullanabilirler. Kükürt içeren proteinler,önce topraktaki çeşitli organizmalar aracılığıyla kendilerini oluşturan aminoasitlere parçalanır,ardından aminoasitlerdeki kükürt başka bir dizi toprak mikroorganizması yardımıyla hidrojen sülfüre dönüşür.Hidrojen sülfür oksijenli ortamda,kükürt bakterileri aracılığıyla önce kükürde sonra sülfata çevrilir;sülfatlar da başka bakteriler tarafından yeniden hidrojen sülfüre dönüşür.Eğer bitki veya hayvan ölürse,yapılarındaki proteinin parçalanmasıyla kükürt H S şeklinde açığa çıkar.H S kükürt bakterileri tarafından önce S O‘ye daha sonra da Oiyonuna dönüştürülür.SO iyonları,bazen doğada serbest olarak reaksiyona girerek sülfatlı bileşikleri de verebilirler.Organizmalar tarafından alındığı takdirde kükürt içeren iki aminoasit olan Sistein ve Metionin’nin yapısına katılırlar.

MADDE DÖNGÜLERİNİN YARARLARI
Tüm canlılar dünyanın yüzeyinde ya da yüzeye çok yakın ince bir toprak katmanında yaşarlar ve güneş enerjisinin dışındaki gerekse-nimlerini bu katmanın içerdiği kaynaklardan karşılarlar. Eğer yaşa-mın sürmesi için gerekli olan su,oksijen ve diğer maddeler sadece bir kez kullanılmış olsaydı hepsi şimdiye kadar tükenmiş olurdu.
Doğanın tüm işlevlerinin çevrimler halinde düzenlenmiş olması bu işlevlerin sonsuza dek yinelenmesini sağlamaktadır.Hava,su,toprak,bitkiler ve hayvanlar arasında sürekli bir alışveriş olması yeryüzünün tüm zenginliklerinin tekrar tekrar kullanılabilmesine ve böylelikle yaşamın sürmesine olanak verir.
Su Döngüsü :

Dünya üzerinde su döngüsü olmasaydı canlıların yaşama olanakları ortadan kalkardı.Örneğin;dünya üzerine ortalama olarak yılda 1000 mm yağış düşmektedir.Eğer su döngüsü olmasaydı bu miktar sadece 24 mm olacaktı.Çünkü havada buhar halinde tutulan su ancak 24 mm yağış verebilecek miktardadır.Bu nedenle ancak su döngüsüyle bir su damlacığının buharlaşması ve yağış halinde yer yüzüne düşmesi olayı yılda 40-42 kez tekrarlanarak yıllık ortalama 1000 mm yağış meydana getirebilmektedir.

Karbon ve Oksijen Döngüsü :
Bir dönümlük şeker kamışı her yıl atmosfer tabakasından 20 ton kadar karbondioksit kullanılır.Bitki ve hayvan enerji elde etmek için organik maddeleri yıkar.Karbondioksit ve suya kadar parçalanır.Hücre solunumu denen bu olay sonucunda oluşan karbondioksit tekrar atmosfer tabakasına verilir. Bu örneğin tersine bir şekilde olsaydı yani karbon devri gerçekleşmeseydi oluşabilecek en önemli olumsuz sonuç atmosferdeki oksijen ve karbondioksit dengesinin bozulması olurdu. Oksijen miktarı kısa bir süre içerisinde tükenirdi. Çünkü canlıların tükettiği oksijen,bitkiler tarafından sağlanama- yacaktı.Yine buna bağlı olarak atmosferdeki karbondioksit gazı fazlalığından canlıların sonu gelirdi.

Azot Döngüsü:

 Tüm canlıların büyümek için gerekli olan proteinleri üretebilmek üzere azota(nitrojen) gereksinimleri vardır.Azot oldukça karmaşık bir yoldan sağlanır.Soluduğumuz havanın yaklaşık olarak % 78 ini oluşturmasına karşın canlılar tarafından gaz biçimiyle kullanılamayan azotun önce nitritlere daha sonra da nitratlara dönüşmesi gereklidir.Eğer azot döngüsü tamamlanmasıydı;nitrit, nitrat ve azot üretilemez birbirlerine çevrilemezdi.Dolayısı ile azot içeren bitkiler olmazdı buna bağlı olarak da protein sentezlenemezdi ve canlılar protein ihtiyacını karşılayamazlardı.

 Kükürt Döngüsü:

 Kükürt de azot,karbon ve diğer elementler gibi yaşam için gerekli olan elementler arasındadır.Bitkiler kükürdü SOşeklinde topraktan absorbe ederek H S ‘e çevirirler.Daha sonra kükürdü de proteinlerin yapıtaşı olan aminoasitlerin sentezinde kullanırlar.Eğer kükürt döngüsü olmasaydı canlılar için gerekli olan proteinsentezlene- meyecekti.Canlılar yaşamları için gerekli proteinlerden yeteri kadar alamayınca hızla ölmeye başlayacaklardı.

Fosfor Döngüsü:

Fosfat canlıların diş,kemik ve kabuk kısımlarında bulunması gereken bir maddedir ve bu ancak fosfor döngüsü sayesinde çeşitli aşamalardan geçerek; kayaçlardan,deniz kabukları ve kayıp kalıntılardan elde edilir.Eğer fosfor döngüsü gerçekleşmeseydi ya da sözünü ettiğimiz aşamalarda kullanılan P bağlayan bakteriler olmasaydı hayvan ve bitki artıklarındaki protein ve diğer bileşiklerin ayrışması mümkün olmayacaktı.Bu nedenle artıklar sonsuza kadar hiç bozunmaya uğramayacaktı ve doğada sürekli bir madde kaybı meydana gelecekti.

Besin Zincirinde Enerji Akışı

http://www.cocuklaricin.net/dinimizi_ogrenelim_res/29.jpg
Besin Zinciri
Besin zinciri, canlılar topluluğundaki organizmaların beslenme alışkanlıklarını yansıtan kavramdır.
Bitkilerin ve öbür kendi beslek organizmaların besine dönüştürdükleri enerjinin organizmadan organizmaya geçişini dile getiren besin zinciri, en yalın biçimiyle bir bitki, bir otçul hayvan ve bir etçil hayvandan oluşan bir dizi olarak düşünülebilir. Zincirin her öğesi bir halkayı simgeler ve üretken (bitkiler) ya da tüketici (hayvanlar) sınıflarına ayrılır. Bitkilerle beslenen otçullar birincil, bunları yiyerek beslenen etçillerse ikincil tüketici diye adlandırılır.

Enerji Piramidi
Besin zincirinin her bir halkasındaki canlıların birey sayılarının karşılaştırılmasıyla enerji piramidi oluşur. Bu nedenle enerji piramidinin ilk katında üreticiler ve son katında yırtıcı canlılar bulunur.
Çürükçüller her bir katla ilişki halindedir.
Güneşten alınan ışık enerjisi 1. kattan yukarıya doğru besinler içerisinde aktarılmaktadır. Enerji piramidinde, aşağıdan yukarıya doğru her kattaki;

  • Canlı sayısı azalır,
  • Tür sayısı azalır,
  • Toplam besin ve enerji miktarı azalır,
  • Vücutta biriken artık oranı artar,
şeklinde değişmeler görülür.
Enerji piramidin her bir katındaki besin ve enerjinin bir kısmı canlının yaşamında kullanılırken depo edilen miktarı sonraki katlara aktarılır.
Beslenme Ağı
Doğada canlılar başka bir canlıyı besin olarak kullanırken kendileride başka canlıların besini olurlar. Canlıların birbirlerini tüketmelerine göre sıralanmaları ile oluşan zincire besin zinciri denir. Zincirin her halkası ayrı bir tür tarafından oluşturulur. Ancak hiçbir zaman doğada tek sıralı zincire rastlanmaz. Bir canlı besin olarak birden fazla türü besin olarak kullanırken kendisi de birden çok türün besini olur. Bu durum zincirlerin birbirine karışıp beslenme ağları oluşturmasına neden olur. Besin zincirleri ile canlılar arasında organik madde ve enerji akışı gerçekleşir.Zincir ne kadar kısa ise madde ve enerji o kadar ekonomik kullanılır.
İlk halkada ototroflar bulunur, son halkada tüketiciler (yırtıcılar) yer alır.
Zincirdeki canlılar fonksiyonlarına göre üç tiptir:

  1. Üreticiler
  2. Tüketiciler
    1. Birincil tüketiciler (Herbivorlar)
    2. İkincil tüketiciler (Karnivorlar)
    3. Üçüncül tüketiciler (Karnivorlar)
  3. Ayrıştırıcılar
Ayrıştırıcılar zincire her halkadan katılabilirler.
Her halkada önceki halkadan alınan organik madde ve enerjinin %90'ı canlının yaşamsal olaylarında tüketilirken, canlı vücudunda saklı tutulan % 10'u besini olduğu sonraki halkaya geçer. Bu duruma % 10 yasası denir.
Bitkiler gibi kendi besinini üretme yeteneği olmayan hayvanlar, yaşamlarını sürdürebilmek için başka canlıları yemek zorundadır. Bu yüzden doğadaki yabani hayvanların yaşamı genellikle başka bir hayvana yem olarak son bulur. Örneğin ot yiyerek beslenen bir tavşan günün birinde bir tilkiye yem olur; tilki ölünce de onun leşini bu kez sinek kurtçukları ile leşböcekleri yiyip bitirir. Bitkilerden başlayıp çeşitli hayvanların birbirini yemesiyle sürüp giden bu ilişkiyi çevrebilim (ekoloji) uzmanları beslenme zinciri olarak adlandırırlar.
Doğada tek tür yiyecekle beslenen hayvan pek azdır. Tavşan yalnız otları değil yabani meyveleri, ağaçların yaprak ve filizlerini de yiyebilir. Tilki ise tavşandan başka fareleri, sıçanları, kümes hayvanlarını ve böcekleri yiyerek beslenir. Bu nedenle, çok karmaşık olan bu ilişkiler ağını anlayabilmek için, pek çok besin zinciri arasındaki bağlarıtıyı kurmak gerekir. Çevrebilim uzmanları bu bağlarıtıyı göstermek için, canlıların adlarını ya da resimlerini oklarla birleştirerek ayrıntılı şemalar çizerler. Genellikle bir örümcek ağı kadar karmaşık olan bu şemalara beslenme ağı denir.
Aslında doğa son derece karmaşık olduğu için, gerçeğe birebir uyan bir beslenme ağı çizmek çok güçtür. Bu ağa katılacak her yeni hayvan başka bir canlıyı yediğinden ya da başka bir canlıya yem olduğundan, ağa eklenecek okların sonu gelmeyecektir. Çevrebilimciler bu güçlüğü yenmek için genellikle bir hayvanın yalnızca temel yiyeceklerini ya da belli bir bitki türünü yiyen bellibaşlı hayvanları göstermekle yetinirler.

Beslenme Basamakları

Beslenme ağının çizilmesiyle, doğadaki bu karmaşık ilişkinin bazı noktalan açıklığa kavuşur. Enerjisini güneş ışığından, hammaddelerini topraktan ve sudan alarak kendi besinini kendisi üretebilen yeşil bitkiler genellikle en alt basamağa yerleştirilir. Temel olarak bitkiyle beslenen tavşan ve sıçan gibi hayvanlar bir üst basamakta toplarıabilir. Bunlar otçul hayvanlardır. Daha çok öbür hayvanları yiyerek beslenen gelincik ve baykuş gibi hayvanlar ise daha yukarıdaki bir basamakta yer alır. Bunlar etçiller'dir. Otçullar ile etçillerin arasındaki basamağa da hem bitki, hem hayvan yiyen porsuk, tilki gibi hayvanlar yerleştirilir. Bunlar da hepçiller'dir.
Beslenme basamağı denen bu Aşamaların belirlenmesinden sonra, beslenme ağı karmakarışık bir çizgiler yumağı olmaktan çıkarak düzenli bir şemaya dönüşür. Bu şemaya bakıldığında, bitkilerden otçullara ve etçillere doğru gidildikçe her basamakta daha az sayıda canlı olduğu açıkça görülebilir. Bu nedenle, tabanı geniş tepesi dar olan bu şekil bir piramidi andırır. Bu beslenme piramidinin tabanında yaprak, ot, çiçek ve ağaçlarıyla kalabalık bir bitki topluluğu, tepesinde ise yalnızca bir iki gelincik ya da baykuş vardır.

Çeşitli Beslenme Ağları

Yukarıda sözü edilen hayvanların çoğu ormanda yaşadığı için, çizilen bu piramit bir orman bölgesi beslenme ağıdır. Ama çöllerden tropik ormanlara varıncaya kadar, her yaşama ortamı için bir beslenme ağı çizilebilir. Örneğin denizlerdeki beslenme ağının en alt basamağında, bitkisel plankton ya da fitoplankton denen çok küçük bitkiler yer alır. Küçük balıklar ve öbür deniz canlıları ara basamaklardadır. En tepede ise köpekbalıkları, katil balinalar gibi iri ve yırtıcı hayvanlar bulunur.
Beslenme ağlarının incelenmesi bilim adamlarına birçok açıdan yardımcı olur. Sözgelimi, bir ormandaki aynı türden bütün ağaçlar kesildiğinde ne olacağını önceden görebilmek için o ormanın beslenme ağı çizilir. Eğer az bulunan bir hayvan türü bu ağaçlardan beslenen hayvanları yiyerek yaşıyorsa, böyle bir kesim bu türün yaşamını tehlikeye atacaktır. Çevre korumacılar bir türü ya da bölgeyi en iyi nasıl koruyabileceklerine karar verirken, beslenme ağlarından ve benzeri yöntemlerden çok yararlanırlar.

Mercekler

http://img260.imageshack.us/img260/6285/jhkm.png
Mercek, ortak bir eksene sahip iki kırıcı yüzey vasıtasıyla sınırlanmış, cam, kuvars veya ışık
kırıcı herhangi bir maddeden saydam maddelerden yapılan optik alettir. Mercekler içinden geçen ışınların yönünü değiştiren camlardır. Mercek içinden geçen ışınlar birbirine yaklaştığında cismin görüntüsü büyür ( Büyüteç ), ışınlar birbirinde uzaklaştığında ise cismin görüntüsü küçülür.
 Merceklerin iki yüzü küresel ( dışbükey - convex veya içbükey - concav ) veya bir yüzü küresel diğer yüzü düz olanları vardır.
               Cismin görüntüsünden yansıyan ışınlar mercekten geçtiğinde bir odak noktasına itilir. Bu teori kullanılarak görüntü üzerinde gözlemler yapmak amacıyla teleskop, dürbün, mikroskop gibi araçlar, kaydetmek amacıyla lensler ve objektifler, görme hatalarını gidermek için gözlüklerde mercekler kullanılmaktadır.
              Optik bilimi ışık ışınlarının bir ortamdan başka bir ortama geçerken kırılması olgusuna dayanır. Çinliler daha İ.S. X. Yüzyılda, bükey yüzeyli cam parçalarının yani merceklerin ışığı nasıl kırdığını biliyorlardı. Avrupa'da XIII. Ve XIV. Yüzyıllarda merceklerin özellikleri görme bozukluklarını düzeltme amacıyla kullanılmaya başlandı ve gözlükler ortaya çıktı. Daha sonraları makyaj yapmada ve saç taramada yardımcı bir araç olarak kullanılmak için parlak metalden aynalar yapıldı. Ama çok küçük şeyleri büyütmeyi ve uzaktaki nesneleri daha belirgin bir görüş odağına getirmeyi sağlayan daha güçlü optik aletlerin yapımı, ancak XVII. yüzyılda gerçekleştirilebildi. Bu dönemin önemli gelişmeleri arasında yüzyılın başlarında ortaya çıkan teleskop ile 1650'ye doğru icat edilen mikroskop sayılabilir.
               Merceklerin en güzel örneği, gözümüzün yapısında bulunan göz billurudur. Göz billuru ince kenarlı bir mercektir. Gözlük camlarının tamamı da birer mercek teşkil eder. Mercekler tek başlarına kullanıldıkları gibi birkaç mercek bir arada bir optik aleti de meydana getirebilir. Büyüteç, göz billuru ve gözlük camları tek başlarına kullanılan merceklere misaldir. Dürbünler, mikroskop, teleskop, sinema makinaları, fotoğraf makinaları, mercek sistemlerinin meydana getirdiği optik düzenlerdir.
            Mercekler, incelenen cismin arzu edilen elverişli görüntüsünü verirler. Bu görüntü, istenilen duruma bağlı olarak cisimden daha büyük veya küçük, gerçek veya zahiri (görünen) olabilir.
  Bir merceği sınırlayan yüzeylerin tepe noktalarını birleştiren doğru, merceğin asal eksenini (optik eksen) meydana getirir. Mercekler, ince kenarlı ve kalın kenarlı diye iki gruba ayrılır:
İnce kenarlı mercek
Ortası, kenarlarına nazaran kalın olan mercektir. Merceğe herhangi bir şekilde gelen ışını kırarak optik eksene yaklaştırdığı için bu merceklere yakınsak mercek adı verilir. Asal eksene paralel olarak gelen ışınları kırarak bir noktada toplarlar. Bu nokta merceğin odak noktasıdır. Aynı uzaklıkta ve ters tarafta ikinci bir odak noktası daha bulunur.
 İnce kenarlı merceklerde odak noktasından uzakta bulunan cisimlerin görüntüleri daima, gerçek ve terstir. Odak ile mercek arasındaki cisimlerin görüntüleri ise daima düz, zahiri ve cisimden büyüktür.
Kalın kenarlı mercek

Kalın kenarlı mercek, ortası kenarlarından daha ince olan merceklere denir. Merceğe herhangi bir şekilde gelen ışını, optik eksenden uzaklaştırdığı için kalın kenarlı merceklere ıraksak mercek adı verilir. Kalın kenarlı merceklerin meydana getirdiği görüntü daima düz, zahiri ve cisimden küçüktür.
Bir merceğin odak uzaklığının metre cinsinden tersine o merceğin yakınsaması veya gücü denir. Bu güç, kırıcılık gücüdür. Merceğin odak uzaklığı ne kadar küçükse gücü veya yakınsaması o kadar büyük olur.
Augustin Jean FRESNEL
Işığın çapraz hareketlerle ilerlediği fikrinden yola çıkarak, 1815 yılında ışık hareketlerini inceledi. Işık dalgalarının hem uzunlamasına hem de enlemesine olmak üzere yatay ve dikey her düzlemde ayrıca her açıda hareket ettiklerini ileri sürdü.
Fransız fizikçi Augustin Fresnel tarafından geliştirilen Fresnel Lensin en önemli özelliği ışık kaynağından değişik yönlerde gelen ışınları, tek bir doğrultuda geçirmesidir. Bu sayede ışığın yönü kontrol altına alınmaktadır. İlk zamanlar bu buluş deniz fenerlerinde kullanıldı. Elektriğin olmadığı dönemlerde düşük ışık şiddeti veren lambalar, fresnel mercekler sayesinde uzaklardan görülebilmekteydi.
Bu lensin en önemli özelliği ışık kaynağından değişik yönlerde gelen ışınları, tek bir doğrultuda geçirmesidir.
Bu sayede ışığın yönü kontrol altına alınmaktadır. İlk zamanlar bu buluş deniz fenerlerinde kullanılmıştır. Elektriğin olmadığı dönemlerde düşük ışık şiddeti veren lambalar, fresnel mercekler sayesinde uzaklardan görülebilmekteydi.
Fresnel lensler daha sonra ışık veren bir çok kaynağın önünde kullanılmaya başlandı. Fenerler, gaz lambaları fresnel lenslerden yapılmaya başlandı. Fresnel lenslerin ters kullanımında ışık kaynağından gelen ışığın bir noktada toplanması teorisiyle kullanım alanları arttı. Günümüzde kullanılan profesyonel projektörler fresnel lens kullanmaktadır. Frensel lensler günümüzde, Televizyon ve Monitör gibi kaynaklardan gelen görüntüyü büyüterek dev ekran boyutlarında duvara veya perdeye yansıtmada dahil bir çok alanda kullanılmaktadır.
MERCEKLER ve KULLANILABİLEN ALANLAR
(-)Miyop

Miyop bir gözün ön-arka çapı normalden uzun olduğundan, göz merceği belirli bir uzaklığın ötesindeki nesneleri ağ tabakada odaklayamaz.İçbükey(Konkav) mercekler miyop tedavisinde kullanılır.
(+)Hipermetrop
Hipermetroplarda ise gözün ön-arka çapı normalden kısadır. Göz merceği yakındaki nesnelerin görüntülerini ağtabakanın üzerine düşürecek kadar eğriliğini değiştiremez. Böylece, görüntü ağ tabakanın arkasında oluşur. Yakınsak mercekle, kırılma derecesi artan ışınların toplanacağı odak uzaklığı kısalır ve görüntü ağ tabakanın üzerine düşer.Tedavisinde dışbükey(Konveks) mercekler kullanılır.
(-,+)Astigmat(-,+)
Saydam tabaka eğriliğinin düzensizliğine bağlı bir görme kusuru olan astigmatlığın düzeltilmesinde silindirik mercekler kullanılır.Astigmatlıkta,saydam tabaka üzerinde birbirini dik olarak kestiği varsayılan iki eksenin eğriliği birbirinden farklıdır. Böylelikle paralel iki ışık demeti, merceğin odağında bir nokta değil, çizgi oluşturur. Bu ise görüntünün bozulmasına yol açar. Silindirik mercekler bu iki eksende eğrilik farkını, her eksen için farklı güçte kırarak ortadan kaldırır. Bazı durumlarda,merceklerin güneş gözlüğü işlevi de görerek göze gelen ışınları süzmesi istenir.Bu amaca uygun çeşitli renkli mercekler vardır.Bunlar,ışık tayfının bütün dalga bütün dalga boylarını belirli ölçüde emerek ışık şiddetini azaltabilir.Tayftaki ışınların bir bölümünü geçirmeyen renkli merceklerde vardır.Bazı mercekler ise morötesi ışınları emer.Kayakçılar,morötesi ışınların zararlı etkisini önlemek için bu mercekleri kullanır.
Mikroskop
Galilei teleskoptan daha küçük ölçülerde bir silindire yine mercekler yerleştirerek "occhialino" adını verdiği mikroskobu yaptı. 1619 - 1624 yılları arasında bu aletten çok sayıda üretti.
Teleskop
Aslında mercekleri kullanarak uzağı gören aletler Galilei'den daha önce yapılmıştı. Ancak bu aletleri, yıldızları ve gezegenleri inceleyecek kadar güçlü hale getiren o oldu. Silindirin göz dayanan kısmına ve diğer ucuna mercekler yerleştiren Galilei teleskopu bulmuş oldu. 1609 yılında yaptığı teleskopla birçok astronomik gözlem gerçekleştirdi. Bunların arasında Ay'ın yüzeyindeki kraterlerin ilk kez tespit edilmesi de vardı.

Işığın Kırılması

Bir saydam ortamdan başka bir saydam ortama geçen ışık demetinin bir kısmı bu iki ortamı ayıran yüzey üzerinde yansırken, ışık demeti doğrultusunu değiştirerek diğer ortama geçer. Işığın bir saydam ortamdan diğerine geçerken doğrultusunu değiştirmesine ışığın kırılması denir.

Kırılma Kanunları
Gelen ışın, kırılan ışın ve normal aynı düzlemde bulunur.
Belirli ortamlar için geliş açısının sinüsünün kırılma açısının sinüsüne oranının sabit olur. ( sin i / sin r = a ) Snell kanunu.
Işık Yoğunluğu az ortamdan, yoğunluğu fazla olan ortama girdiğinde hem daha fazla açıyla kırılır, hem de hızı azalır.



Gelen ışığın, geliş açısı büyüdükçe kırılma açısı da büyür.
Kırıcı ortamın yoğunluğu arttıkça kırılma da daha büyük olur.
Kırılan ışın doğru boyunca yayılır.
Terk edilen hat, kırılan hat ve normal tek bir düzlemde yani görüntü yüzeyinde yer alır.
Dik ışın kırılmaz.

Kırılma saydam ortamın yoğunluğuna bağlıdır. Yukarıdaki örnekte hava içinden 45º ile gelen ışın, su içine girerken 32º açı ile kırılmaktayken, Titanyum beyazı içine girince 16º açı ile kırılmaktadır. Işık yoğunluğu az ortamdan yoğunluğu çok ortama girdiğinde hızı azalır. Yani belirli bir dalga uzunluğu ile gelen ışın, ortam değiştirdiğinde eğer bu ortam daha yoğunsa dalga uzunluğu kısalır.

Aynı zamanda gelen ışığın belirli bir kısmı saydam cismin yüzeyinden geri yansımakta ve bir kısmı sadece cisim içine girebilmektedir. Vakumlu bir ortamda yapılan deneyler çeşitli saydam cisimlerden geçen ışınların geçiş yüzdeleri aşağıda görülmektedir.

Işığın Kırılması

Işık ışınlarının saydam bir ortamdan yoğunluğu farklı başka bir saydam ortama geçerken doğrultularını değiştirirler. Bu olaya kırılma denir.

Bir su bardağı boşken kaleminizi içine koyup değişik açılardan kaleme bakarak görünüşünü inceleyiniz. Şimdi ise bardağa su koyup aynı işlemi tekrar ediniz. Öncekine göre kalemin görüntüsünün nasıl değiştiğini inceleyiniz.Bardak boşken bardağa bir metal para koyunuz. Bardağa bir pipet aracılığıyla bakarak metali görmeye çalışınız şimdi ise bardağı su ile doldurunuz ve çubuk vasıtasıyla tekrar bakınınız. Metal para biraz önce baktığınız yerde mi?

Şimdi ise size bir soru hiç balık tutmaya gidip elinizle balık yakalamaya çalıştınız mı? Balıkları yakalayamadığınızı fark etmişsinizdir. Sebebini açıklar mısınız? Yağmur yağdıktan sonra gök kuşağı oluştuğunu görmüşsünüzdür. İşte bunların hepsinin ana sebebi kırılmadır.Sıcak yaz günlerinde yollarda su birikintisi görürüz ve ya çölde serap dediğimiz olayları görürüz işte bunların hepsi ışığın kırılmasından kaynaklanan olaylardır.

Kırılma Kanunları

1-Gelen ışın, normal , kırılan ışın ve ayırma yüzeyi aynı düzlemdedir.
2- Işık ışınları az yoğun ortamdan çok yoğun ortama geçerken normale yaklaşarak kırılır.
3- Çok yoğun ortamdan az yoğun ortama geçerken normalden uzaklaşarak kırılır.

İki saydam ortamı birbirinden ayıran düzleme ayırma yüzeyi denir. Işığın ayırma düzlemine değdiği noktadan bu düzleme çizilen dik doğru normal adını alır. Gelen ve kırılan ışının izlediği yollar ise gelen ışın ve kırılan ışın adını alır. Gelen ışının normal ile yaptığı açıya gelme açısı; kırılan ışının normal yaptığı açıya ise kırılma açısı denir. Gelen ışın , normal ve kırılan ışın aynı düzlem içindedir.

Kırıcılık özelliği saydam ortamın yoğunluğu ile ilgilidir. Ortamların bu özellikleri kırılma indisi denilen sayılarla ifade edilir. Örneğin havanın kırılma indisi 1 , camın kırılma indisi 1.5 suyun kırılma indisi 1.33 elmasın kırılma indisi 2.42 dır. Bu rakamlar ışığın bu ortamlardaki hızarıyla orantılıdır. Bu rakamlar küçük olan az kırıcı büyük olan ise çok kırıcı olarak da düşünebiliriz.

Tam Yansıma

Çok yoğun ortamdan gelen ışının gelme açısını büyültürsek kırılma açısı da büyüyecektir. Kırılma açısı 90 dereceye ulaştığında gelme açısı sınır açısına ulaşır. Sınır açısında daha büyük açıyla gelirse ışık az yoğun ortama geçemez ve ayırma yüzeyinden yansır bu olaya tam yansıma denir.

Işığın Soğurulması- Beyaz Işık Gerçekten beyaz ışık mıdır?

http://farm3.static.flickr.com/2371/2018865857_5e5da26ca4_o.png
Soğurulma kelime manası olarak tutma, yakalama anlamına gelir. Işığın soğurulması ise ışığın tutulması, yansıma olayının olmaması anlamına gelir.
Işık bir enerji çeşididir. Güneş ışığının enerji taşıdığını biliyoruz. Bu yüzden üzerine ışık düzen cisimlerde enerji artışı gerçekleşir. Bu da genellikle ısınma şeklinde görülür.
koyu cisimlerde ışığın çoğunun tutulduğunu yani soğurulduğunu, açık renkli cisimlerde ise ışığın daha çok yansıtıldığını görüyoruz.
Işık Koyu renkli cisimlerde daha çok soğurulur. Bu yüzden koyu renkli cisimler daha çok ısınır.
Büyük boyutlu uydu antenleri hep açık renkli yapılırlar. Bu sayede ışığı daha az soğururlar ve aşırı ısınmazlar. Eğer siyah renkli uydu antenleri üretilseydi zamanla ısıya dayanamaz ve bozulurlardı.
Biri siyah diğeri beyaz iki sürahinin içine birer termometre yerleştirip bir süre güneş ışığı altında beklettiğimizde siyah sürahideki termometrenin daha yüksek bir değer ölçtüğünü görürüz.
Gündelik hayatın çeşitli aşamalarında da ışığın soğurulma özelliklerinden yararlanan teknikler uygulanmaktadır. Yazın açık renkli, kışın ise koyu giysiler giymemeizin nedeni budur. Bazı binaların penceresiz yüzeylerinin koyu renge boyanarak evlerin daha sıcak yapıldığını biliyor muydunuz?
Yine siyah renkli arabalarda yazın araç içi sıcaklığı beyaz arabalardan daha fazladır.

Solunum Sistemi

http://www.resimmax.net/wp-content/uploads/2009/05/solunum-sistemi.jpg
Solunum Sistemi Nedir? Kandaki karbondioksit (CO2) gazının oksijen gazı (O2) ile yer değiştirmesini sağlayan sistemdir.
Solunum Sisteminin Görevleri:Vücut için hayati öneme sahip olan oksijen gazı ile karbondioksit gazının yer değiştirmesini sağlar. Havadaki oksijenin kana karışarak hücrelere ulaşmasından ve hücrenin faaliyetleri sonucu ortaya çıkan karbondioksit gazının da dışarıya atılmasından sorumludur.
Solunum Nasıl Gerçekleşir? Solunum sisteminin temel organı akciğerlerdir. Solunum sistemi içerisindeki diğer yapılar akciğerin görevini yapmasını sağlayan unsurlardır. Diyafram ve göğüs kasları kasılıp gevşeyerek, akciğerlere, burun ve nefes borusu yoluyla dışarıdan hava giriş çıkışını sağlar. Soluk yolu ile akciğerlere ulaşan hava, bronş kanalları yoluyla küçük hava kesecikleri olan bronşcuklara ulaşır. Buradan da kana oksijen verip, kandaki karbondioksiti alarak tekrar aynı yoldan geriye doğru vücuttan dışarı atılır.
Solunum Sistemi Organları Nelerdir? Solunumda görev alan yapı ve organlar sırasıyla burun, yutak, nefes borusu, bronşlar, akciğerler, diyafram ve göğüs kasları olarak sayılabilir.
Astım, bronşit, akciğer embolisi, akciğer kanseri, zatürre, verem, amfizem, uyku apnesi en sık rastlanan solunum sistemi hastalıkları olarak sayılabilir.

Mikroplar İle Savaş (Konu Anlatımı)

1- Mikroorganizmalar :
Çıplak gözle görülemeyen tek hücreli mikroskobik canlılara mikroorganizma veya mikrop denir. Virüsler, bakteriler, mantarlar, protistalar mikroorganizma çeşitleridir.
Mikroorganizmalar yararlı ve zararlı mikroorganizmalar olarak iki grupta incelenir.
Yararlı mikroorganizmalar (mikroskobik canlılar = mikroplar) mayalama olaylarını gerçekleştirir (yoğurdun, peynirin, sirkenin, turşunun, hamurun mayalanması gibi), vücutta kalın bağırsakta B ve K vitaminlerinin üretilmesine yardımcı olur, sindirim sisteminde bazı besinlerin (selülozun) sindirilmesine yardımcı olur. Maya mantarları ve bazı bakteriler yararlı mikroorganizmalardır (çürükçüllerdir).
Zararlı mikroorganizmalar ise vücuda su, hava, besinler, temas (çeşitli eşyalar), hayvanlar tarafından taşınır veya kan (AIDS) ile ya da anne kanından bebeğe geçebilir. Zararlı mikroorganizmaların vücuda girebilmeleri için deri, tükürük, mukus gibi doğal engelleri aşmaları gerekir. Vücut zararlı mikroorganizmalardan kendini bağışıklık sistemi ile yani lenf düğümleri (bademcik – akyuvarlar üretir), dalak ve timüs bezi sayesinde korur. Virüsler ve bazı bakteriler zararlı mikroorganizmalardır.
a) Virüsler :
Virüsler bilinen en küçük mikroorganizmalardır. Çok küçük oldukları için ışık mikroskobu ile görülemeyip ancak elektron mikroskobu adı verilen özel bir mikroskopta görülebilir. Virüsler ne canlı ne de cansızdırlar. Beslenme, hareket gibi canlılık olaylarını gösteremedikleri için cansız, kendilerine özgü kalıtsal bilgileri taşıyan yapıları olduğu ve bir başka canlının hücresinde üreyebildikleri için de canlı olarak kabul edilirler (nitelendirilirler). Virüslerin gösterebildiği tek canlılık faaliyeti başka bir canlının vücudunda üremesidir.
Virüsler ancak canlı vücudunda yaşayabilirler. Virüsler, yaşamak için canlının belli bir hücresine yerleşirler ve burada çoğalırlar. Virüslerin en önemli özelliklerinden biri de pek çok hastalığa sebep olmasıdır. Virüslerden korunma yolu ise virüsün sebep olacağı hastalığa karşı önceden aşı yaptırmaktır.
Virüsler sadece insanlarda değil bitki ve hayvanlarda da hastalıklara neden olur. Virüsler insan, hayvan ve bitki hücrelerinde bulunabilirler ve bu hücrelerde sürekli çoğalırlar.
Virüsler insanlarda; grip, nezle, çiçek, suçiçeği, kızamık, kızamıkçık, AIDS, çocuk felci, hepatit, sarıhumma, kabakulak, kızıl, şap, uçuklar ve siğiller gibi hastalıklara sebep olur.
Virüsler hayvanlarda; kuduz ve kuş gribi gibi hastalıklara sebep olurlar.
Virüsler bitkilerde (patates, tütün, şeker kamışı ve marul da) tütün–mozaik hastalığına yol açarlar.
(Virüsler, sadece belirli hücrelere girerler ve bu hücrelerde hastalıklara sebep olurlar. Bir kuduz virüsü sadece beyin ve omurilik hücrelerine, uçuk virüsü sadece ağız civarındaki epitel doku hücrelerine bir bakteriyofaj sadece belirli bakteri türlerine, AIDS virüsü sadece kandaki akyuvar hücrelerine girer).
b) Bakteriler :
Tek hücreli canlılardır. Bakteriler virüslere göre daha büyüktür. Bu nedenle mikroskopta kolaylıkla görülebilirler.
Bakteriler, prokaryot canlı oldukları için hücre zarı, sitoplâzma ve sitoplâzma içine dağılmış halde bulunan ve kalıtsal maddeleri taşıyan yapılar bulundurur. Bakterilerde, zarla çevrili çekirdek, mitokondri, kloroplast (endoplazmik retikulum, golgi aygıtı) gibi organeller bulunmaz. Sadece ribozom bulunur.
Bakteriler, yararlı ve zararlı bakteriler olarak iki grupta incelenir.
Yararlı bakteriler sütten yoğurt, peynir veya yağ yapılmasını, hamurun mayalanmasını, üzümden sirke yapılmasını, turşunun mayalanmasını sağlarlar. Ayrıca toprakta yaşayan bazı bakteriler hayvan ve bitki artıklarının çürümesini sağlar.
Zararlı bakteriler ise hastalıklara yol açar. İnsanlarda üst solunum yolu enfeksiyonları, verem, kolera, zatürree, tifüs, tifo, ülser, veba, idrar yolu iltihabı, tetanos, difteri, cüzam, tüberküloz, şarbon, bel soğukluğu, frengi dizanteri gibi hastalıklara neden olur. Ayrıca bakteriler besinlerin küflenip çürümesine de sebep olurlar.
(Açıkta bırakılan sebze ve meyveler çürür, et kokar, yoğurt ve süt ekşir, ekmek küflenir).
2- Bağışıklık :
Hastalık yapan mikroplara (mikroorganizmalara) karşı vücudun gösterdiği dirence bağışıklık denir.
Bağışıklık, doğal bağışıklık ve sonradan kazanılan bağışıklık olarak iki çeşittir.
a) Doğal Bağışıklık :
İnsan vücudunun doğuştan mikroplara karşı direnç gösterebilmesine doğal bağışıklık denir. İnsan vücudu doğuştan mikroplara karşı antikor üretebilir.
Doğal Bağışıklığa Örnekler :
• Deri, vücudu koruyan tabakadır. Deride yaralanma olmazsa vücuda mikrop giremez.
• Kulak yolunda mikropları tutan kulak kiri salgısı üretilir.
• Burundaki sümük bezleri, mikropları tutan sümük salgısı üretir.
• Soluk borusundaki titrek tüylü hücreler ve buradan salgılana salgı, mikropları tutar ve balgam ile dışarı atar.
• Tükürük, mide öz suyunda bulunan mide asidi ve bağırsak salgılar besinlerle gelen mikropları öldürür.
• Gözyaşı, mikropların göze girmesini önler.
• Vücuda giren mikroplar idrar ve dışkı yoluyla vücut dışına atılır.
• Kandaki akyuvarlar hücreleri vücuda giren mikroplarla savaşır.
• Lenf düğümlerinde (bademcik ve timüs bezi) kemik iliğinde, karaciğerde, dalakta ve hipofiz bezinde üretilen hücreler mikroplarla savaşır, onları içine alarak parçalar.
• (Sindirim ve solunum sisteminin iç yüzeyindeki mukus, mikropların buralarda yaşamasını önler).
• (Akyuvarlar mikroplara karşı antikor, toksinlere karşı antitoksin salgılarını üreterek ya da onları içine alıp parçalayarak savaşır).
b) Sonradan Kazanılan Bağışıklık :
İnsan doğduktan sonra çeşitli yollarla kazanılan bağışıklığa sonradan kazanılan bağışıklık denir. Sonradan kazanılan bağışıklık, aktif bağışıklık ve pasif bağışıklık olarak iki çeşittir. Sonradan kazanılan bağışıklık; aşı ile serum ile vitamin ve mineral içeren besinlerle sağlanır.
1- Aktif Bağışıklık :
Vücuda hastalık yapan mikrop girdikten sonra vücudun bu mikroplara karşı antikor üretmesine (bağışıklık kazanmasına) aktif kazanılan bağışıklık denir. Aktif bağışıklık, hastalık geçirmekle, hastalık oluşmadan veya aşı ile sağlanır. Aktif bağışıklık, virüslerin sebep olduğu hastalıklara karşı, hastalık geçirmekle, hastalık oluşmadan veya aşı ile kazanılır.
• Hastalık Geçirmekle Kazanılan Bağışıklık :
Vücuda hastalık yapan mikroplar girdiğinde vücut hastalanır ve bu mikroplara karşı antikor üretmeye çalışır. Bir süre sonra mikroplara karşı üretilen antikorlar sayesinde mikroplar öldürülür ve hastalık geçer. Vücut bu sayede hangi hastalığa karşı hangi antikoru üretebileceğini bilir ve o hastalık mikrobuna karşı bağışıklık kazanır. O hastalık mikrobu vücuda girince vücut mikrobu tanır ve hemen antikor üreterek mikrobu öldürür.
Vücudun, kabakulak, kızamık, kızıl, suçiçeği mikroplarına (virüsler neden olur) karşı ürettiği antikorlar ömür boyu vücudu korur.
Vücudun grip ve nezle mikroplarına karşı ürettiği antikorlar 15 – 20 gün süreyle vücudu korur (yani grip ve nezle mikrobuna karşı 15 – 20 gün bağışıklık kazanır).
• Hastalık Oluşmadan Kazanılan Bağışıklık :
Vücuda giren mikroplar vücudu hastalandırmadan bu mikroplara karşı antikor üretilir ve mikroplar öldürülür. Vücut bu sayede o hastalık mikrobuna karşı bağışıklık kazanır. Aynı mikrop vücuda girince vücut mikrobu tanır ve hemen antikor üreterek mikrop öldürülür.
• Aşı İle Kazanılan Bağışıklık :
Aşı, herhangi bir hastalığın zayıflatılmış mikrobunu veya toksinini içeren sıvıdır. Hastalanmadan önce aşı yapılırsa, aşıdaki zayıflatılmış mikroba karşı vücut antikor üretir. Hastalık mikrobu vücuda girince aşı sayesinde üretilen antikor mikroplara karşı savaşır ve mikropları öldürür.
[Aşı, sadece virüslerin sebep olacağı hastalıklara karşı vücudu korur].
Çiçek, verem (tüberküloz), tetanos, kızamık, kolera, tifüs, boğmaca, çocuk felci, difteri (kuşpalazı) hastalıklarına karşı aşı yapılır.
2- Pasif Bağışıklık :
Pasif bağışıklık, serum ve ilaçlar (antibiyotikler) sayesinde kazanılır. Pasif bağışıklık sayesinde vücut bakterilere karşı bağışıklık kazanır. Serum ve ilaçlar, hastalıkların tedavisinde kullanılır, koruyucu değildir.
Serum, içinde hazır antikor bulunduran sıvıdır. Hastalık anında vücudun ürettiği antikorlar yeterli değilse hastaya serum ile hazır antikor verilerek vücudun direnci arttırılır.
Serum hangi hastalıkta kullanılacaksa, o hastalığın mikrobu sığır, at gibi büyükbaş hayvanlara verilir. Hayvanlar bu mikroba karşı antikor üretir. Hayvan kanı alınarak serum üretilir.
c) Aşı ve Serum Arasındaki Farklar :

Aşı                                                                     Serum

1- Hastalanmadan önce yapılır.               1- Hastalık anında verilir.
2- Aktif bağışıklık kazandırır.                   2- Pasif bağışıklık kazandırır.
3- Koruyucudur, tedavi edici değildir.        3- Tedavi edicidir.
4- Bağışıklık süresi uzundur.                   4- Bağışıklık süresi kısadır.
5- Zayıflatılmış mikrop veya toksin          5- Hazır antikor içerir.
madde içerir. Vücut antikoru kendisi
üretir.
6- Zayıflatılmış mikrop veya bunların        6- Hayvan kanından antikor toksinlerinden üretilir. ürettirilerek elde edilir.
3- Hastalıklardan Korunma Yolları :
Vücudun hastalanması için zararlı mikroskobik canlıları (mikroorganizmaların = mikropların) vücuda girmesi gerekir. Bu mikroskobik canlıların vücuda girmesi için de vücudun doğal engellerini aşması gerekir.
Zararlı mikroorganizmalar vücuda su, yiyecekler (ile ağızdan), hava (ile burundan), mikrop taşıyıcılar (böcekler; pire → veba, sivrisinek → sıtma, karasinek, fare → tüberküloz), kan ve kirli ortamlar sayesinde (deri yaralanması ve göz ile kulak yoluyla) taşınabilir veya anne kanından bebeğe geçebilir.
Zararlı mikroorganizmalara karşı vücudu öncelikle bağışıklık sistemi korur. Bağışıklık sistemi (lenf düğümleri, dalak ve timüs) öncelikle mikroorganizmaların vücuda girmesini önlemeye, vücuda giren mikroorganizmaları ise bulundukları yerde tutarak yayılmalarını engellemeye ve öldürmeye çalışır.
Hastalıklardan korunmak için doğal bağışıklık sistemi ile birlikte aşı, serum, mineral ve vitamin içeren besinler, mikrop öldürücüler (Sülfamitler = bakterilerin yol açtığı hastalıklar için üretilen yapma ilaçlardır ve bakterilerin büyüyüp çoğalmasını önler), antibiyotikler (bakterilerin çoğalmalarını engelleyen ve öldüren maddelerdir) ve temizlik maddeleri kullanılır.
Mikropları öldürmek için; hastanın eşyalarının kaynatılması (1200C de 20 dakika), dezenfektan maddeler (çevreyi temizleyen maddeler) ve antiseptikler (vücuttaki ve sindirim borusundaki mikropları öldürür – oksijenli su ve tentürdiyot), kullanılması gerekir. (Dezenfeksiyon = mikropların yok edilmesi, sterilizasyon, pastörizasyon = sütteki mikrobun öldürülmesi).
Temizlik maddeleri mikroorganizmaların uzaklaştırılmasında kullanılır. Çamaşır suyu, sabun, deterjan gibi temizlik malzemelerinin içinde bulunan kimyasal maddeler mikroorganizmaların (mikropların) öldürülmesini sağlar.
4- İlaçların Kullanılması :
Hastalıkların tedavisi için kullanılan ilaçların doktor tavsiyesinde, doktorların önerdiği zamanlarda ve miktarlarda kullanılması gerekir. İlaçlar çocukların ulaşamayacağı yerlerde saklanmalı ve kullanırken son kullanma tarihlerine dikkat edilmelidir.
Antibiyotikler, her hastalığın tedavisi için kullanılmaz. Antibiyotikler, yalnızca bakterilerin neden olduğu hastalıkların tedavisinde kullanılır. Ayrıca antibiyotiklerin zamanında alınması ve başlandığında bitirilmesi gerekir.
5- Kuş Gribi :
Kanatlı hayvanlar da insanlar ve diğer canlı türleri gibi gribe yakalanabilir. Kuş gribinin 15 ayrı çeşidi vardır. Bunlardan üçü insanlarda da hastalık yapar. Türkiye ve tüm dünyayı tehdit altına alan ölümcül kuş gribi virüsü “H5N1” grubunda yer alır. Göçmen kuşlar virüsün doğal taşıyıcılarıdır ve hastalığa yakalanmadan virüsü çok uzun mesafelere taşıyabilirler. Kuş gribi, kanatlı hayvanlar arasında hızla yayılarak çok sayıda ölüme sebep olabilir.
a) Kuş Gribi İnsanlara Nasıl Geçiyor? :

Kuş gribi, hasta veya hastalıktan ölmüş kanatlı hayvanlarla yakın temas kuran insanlara bulaşabilir. Bu hayvanların gözyaşı, burun akıntısı, boğaz akıntısı veya dışkısıyla temas edenler de hastalığa yakalanabilir.
b) Kuş Gribinin İnsanlardaki Belirtilen Neler?
Ateş, halsizlik, boğaz ağrısı, öksürük, solunum güçlüğü gibi belirtiler görülür.

c) Kuş Gribi Virüsü Ne Kadar Öldürücü?
Zamanında teşhis edilip tedaviye başlansa bile ölüm riskinin yaklaşık % 58’i bulduğu belirtilmektedir.
d) Kuş Gribi Tavuk Etinden Nasıl Bulaşır?
İyi pişmiş tavuk etinden insana virüs bulaşması mümkün değildir. 70 °C’ nin üzerinde virüs etkisiz hale gelir.
e) Hastalık Nasıl Tedavi Ediliyor?
İnsanlardaki grip virüslerini tedavi eden ilaçların kuş gribi virüsünü de tedavi edebileceği yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Ancak hastalığın kesin bir tedavisi ya da aşısı henüz bulunamamıştır.
NOT 
1- Bağışıklık sisteminin güçlenmesi için bebeklerin ilk dört – altı ay sadece anne sütü
alması gerekir. Bebek 1,5 – 2 yaşına kadar ek besinlerle birlikte anne sütünü de almaya devam etmelidir.
2- Teknolojik gelişmelerle aşı, serum ve ilaçlar ucuz ve bol üretilebilmekte ve çeşitliliği arttırılmaktadır.
3- Vücut antikor üretmeyi öğrenmişse aktif bağışıklık, öğrenmemişse pasif bağışıklık kazanır.
4- X ışınları, kullanılan bazı ilaçlar, protein yönünden yetersiz beslenme, HIV virüsü bağışıklık sistemini bozar.
5- Bağışıklık sisteminin düzenli çalışmaması sonucu zatürree, ishal, boğmaca, difteri, kızıl, hepatit gibi hastalıklar oluşur.
6- Çiçek, tifo, paratifo, verem (tüberküloz), kolera, kızamık, tetanos, tifüs, boğmaca, difteri (kuşpalazı), çocuk felci (poliomiyelit) hastalıklarının aşıları vardır ve bu hastalıklardan aşı ile korunulabilir.
7- • Plazmodyum → Sıtma hastalığı
• Tripanosama → Uyku hastalığı
• Leishmania → Şark çıbanı
• Entamoeba → Amipli dizanteri
• Mantarlar → Kaşıntı, kellik
• Virüsler → Kızamık, nezle, suçiçeği, grip, kabakulak, kuduz
• Bakteriler → Tifo, dizanteri (bağırsaklarda), verem (akciğerlerde),
difteri (boğazda), şarbon, tetanos, kolera, veba
8- Mikrop kaynakları :
• Yiyecekler
• Hava
• Mikrop taşıyıcılar (Böcekler)
Pire → Veba,
Sivrisinek → Sıtma,
Karasinek, fare → Tüberküloz
• Kirli ortamlar
9- Mikropların vücuda giriş yolları :
• Hava ile burundan.
• Yiyecekler ile ağızdan.
• Deri yaralanması ve göz ile kulak yoluyla.
10- Mikrop öldürücüler :
• Sülfamitler : Bakterilerin yol açtığı hastalıklar için üretilen yapma ilaçlardır ve bakterilerin büyüyüp çoğalmasını önler.
• Antibiyotikler : Bakterilerin çoğalmalarını engelleyen ve öldüren maddelerdir.
11- Mikropları öldürme yolları :
• Hastanın eşyalarının kaynatılması. (1200C de 20 dakika).
• Dezenfektan maddeler (çevreyi temizleyen maddeler).
• Antiseptikler (vücuttaki ve sindirim borusundaki mikropları öldürür – oksijenli su ve tentürdiyot).
• Dezenfeksiyon (mikropların yok edilmesi).
• Sterilizasyon, pastörizasyon (sütteki mikrobun öldürülmesi).