K
ödevler,yazılı soruları,videolu dersler,konu anlatım videolu,testler,soru çözümleri videolu,ygs soruları çözüm,eğitim sitesi
27 Nisan 2010 Salı
Matematik Bolunebilme Kurallari Videolu Konu Anlatimi
Ekol hoca matematik dersleri ne hoş geldiniz arkadaşlar. Şimdiki konumuz ekol hoca matematik bölünebilme kuralları videolu konu anlatımı dır. matematik bölünebilme kuralları tam bölünebilme kuralları 2 ile bölünebilme 3 ile bölünebilme 4 ile bölünebilme 6 ile bölünebilme 9 ile bölünebilme kuralları anlatımı videoları testleri soruları cevapları test kitapları yaprak testi çöz mek için videomuzu izleyin.
K
K
Fizik Basit Makinalar Videolu Konu Anlatimi
Ekol hoca fizik konuları ndan merhaba sevgili öğrenciler. Önceki fizik konularımızda muhammet çoruh birçok fizik konusunu anlatmıştı birkaç fizik konusu kalmıştı anlatılmayan o eksik konuları da ekol hoca fizik ekibimizden ayhan çirkin hocamızın anlatımları ile sizlere sunuyoruz. Fizik 10.sınıf müfradatları nda artık işlenmeyen bu konu şuan 11.sınıf ta ve 12.sınıfta olan öss ye girecek olan öğrencilerin çok işine yarayacaktır.
Matematik Faktoriyel Asal Carpanlara Ayrilma Konu Anlatimi
Ekol hoca matematik dersleri nden merhaba sizlere şimdi matematik faktöriyel asal çarpanlarına ayırma videolu konu anlatımı nı yapacağım. Dersimizdee faktöriyel tanımı asal çarpanlara ayırma bir doğal sayının asal bölenleri (çarpanları) konuları nı anlatımı ile başlıyoruz. Matematik vidoemuzda bir çok faktöryel soruları asal çarpanlarına ayırma soruları da çözüyoruz. Matematik ortason 8.sınıf lise 1 9.sınıf lise 2 10.sınıf matematik faktöriyel faktöryel konusu videolu anlatımı aşağıdadır. İyi dersler.
K
K
Matematik fonksiyonlar konusu yazili anlatimi
Ekol hoca ilköğretim ortaokul lise matematik dersleri ni anlatan mustafa ekol hoca lütfü hoca ve diğer branşlarda konu anlatımı yapan hocaların da adına herkese merhaba sevgili öğrenci arkadaşlar. Şimdi sizlere ekol hoca lise matematik fonksiyonlar konusu yazılı anlatımı yapacağız. Daha önce sizlere (menüden matematik linkinde var) fonksiyonlar videolu konu anlatımı nı yapmıştık. Şimdi de kota sorunu vs. olanlar için mustafa ekol hoca nız birde yazılı döküman olarak anlatıyor. Resme tıklayıp tam ekran olmasını sağlayabilirsiniz. (eğer tam ekran olmazsa resmi farklı kaydedip zoom yapabilirsiniz)
Geometri eşkenar üçgen videolu konu anlatimi
Ekol hoca geometri dersleri ve testleri nden merhabalar sevgili öğrenci dostlar. Bugün sizlere inşallah lise kpss lys ygs geometri eşkenar üçgen videolu konu anlatımı nı yapacağız. Konuda, eşkenar üçgen nedir tanımı özellikleri tüm kenarları yani dolayısıyla açıları birbirine olan üçgenlere eşkenar üçgen denir. Alanı akareköküçbölüdört formülü ile bulunur. Eşkenar üçgende
açıortay kenarortaylar birbirine eşittir.
Video 1
Video 2
açıortay kenarortaylar birbirine eşittir.
Video 1
Video 2
Geometri üçgende alan videolu konu anlatimi
Ekol hoca geometri dersleri ve testleri nden selamlar. Şimdi sizlere lise kpss lys geometri üçgende alan videolu konu anlatımı nı yapmaya çalışacağız. Konuda, tabanı ve yüksekliği bilinen üçgenin alanı dik üçgenin dik kenarlarından biri taban diğeri yüksekliktir. Tabanları ve yükseklikleri eşit olan üçgenlerin alanları da eşittir.
Video 1
Video 2
Video 1
Video 2
Geometri simetri videolu konu anlatimi
Ekol hoca geometri dersleri ve testleri nden merhabalar sevgili öğrenci arkadaşlar. Şimdi sizlere geometri simetri konusu videolu anlatımı nı yapmaya çalışacağız inşallah. Konuda, bir noktanın simetriği ox oy eksenine orjine y=x doğrusuna y=-x doğrusuna göre göre simetri denklemden simetri bulma gibi birçok ayrıntıya Tevfik DEMİR hocamızın anlatımlarıyla aşağıdaki videomuzu izleyelim. Daha iyi anlamanız açısından not tutmanız iyi olacaktır.
Video 1
Video 2
Video 3
Video 1
Video 2
Video 3
Geometri üçgende alan videolu konu anlatimi
Ekol hoca geometri dersleri ve testleri nden şimdi sizlere Tevfik DEMİR hocamızla birlikte ygs lys kpss geometri üçgende alan videolu konu anlatımı yapmaya çalışacağız. Konuda sizlere, eşkenar üçgenin alanı nedir tanımı özellikleri formülleri konumuzdadır. Üçgende alandaki bazı özellikler: bütünler iki açının sinüs değerleri eşittir. Üç kenarı bilinen üçgenin alanı : kökiçinde u.(u-a).(a-b).(u-c) dir.
Video 1
Video 2
Video 1
Video 2
Matematik trigonometri konusu sorulari çözümleri
Ekol hoca matematik dersleri ve testleri nden merhabalar sevgili öğrenci arkadaşlar. Sizlere konumuzda trigonometri konusu videolu soru çözümleri ni yapmaya çalışacağız. Konuda, açı ölçü birimleri esas ölçü radyan derece gibi kavramlar üzerinden birkaç farklı yolla sizlere anlatmaya çalışacağız. Trigonometri konusu ile ilgili diğer anlatım ve sorularımız için videomuzun altındaki linkleri takip edebilirsiniz.
K
K
Arılar ve Hayvanlardaki matematiksel beceriler-Ödev
İç savaşlar, toplu katliamlar, gözünü kırpmadan adam öldüren insanlar, sokaklarda yatan çocuklar, evi barkı olmadığı için soğuktan donan insanlar, çocuk yaşta cinayet işleyenler, aile içinde yaşanan problemler, gençlik çeteleri, yolsuzluklar, …
Günlük yaşamın bir parçası haline gelen bu gibi toplumsal sorunlar düşünüldüğünde hepsinin temelinde ortak bir eksikliğin olduğu görülecektir. Bütün bu sorunların ortaya çıkmasına neden olan adaletsizlik, dolandırıcılık, sahtekarlık, merhametsizlik gibi kötü ahlak özelliklerinin temelinde yatan da yine bu eksikliktir.
Bu önemli eksiklik insanların düşünmemeleri ve dolayısıyla gerçekleri görememeleridir. Bu gibi kişiler için ön planda olan kendi çıkarları, kendi yaşamlarıdır. Çevrelerinde yaşananlar onları ilgilendirmez. Ara sıra düşündükleri sınırlı konular da yine kendileri ile ilgilidir. Bu nedenle kendi doğru ve yanlışlarının sınırları içinde bir yaşam sürerler. Günlük yaşamın akışı içinde yaptıklarını yeterli gören bu kişiler dünyada bulunuş amaçları gibi hayati önemdeki konuları akıllarına bile getirmezler.
Çevrelerindeki canlıların özelliklerini, nasıl olup da böyle kusursuz bir çeşitliliğin ortaya çıktığını, kendi vücutlarını, gökyüzündeki dengeleri kısacası hiçbir şeyi düşünmezler.
kovandaki arılarla ilgili benzer işlerin tümü işçi arılar tarafından yapılmaktadır. Bir arı kovanında işçi arılar, kraliçe arı ve erkek arılar bulunur. Kovandaki hemen hemen her türlü işle görevli olan işçi arılardır. Bununla birlikte kraliçe arının, kovanın devamlılığını sağlamak gibi son derece önemli bir görevi vadır. Erkek arılarınsa kovan içindeki tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kısa yaşam süreleri içinde bu görevlerini yerine getirirler ve hemen arkasından ölürler.
Arıların özelliklerinin detaylı olarak inceleneceği ayrıca arıların aralarında nasıl anlaştıkları, kovandaki on binlerce arının nasıl olup da problemsiz bir şekilde yaşadıkları, yönlerini nasıl buldukları, nasıl bal ürettikleri gibi daha birçok konu anlatılacaktır.
Bu kitabın konusu olan balarıları ise diğer arılardan farklı özelliklere sahiptir. Koloniler halinde ağaç kovuklarında veya benzeri kapalı mekanlarda kendilerine yuva yaparlar. Bir arı kolonisi, bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve 10-80 bin işçi arıdan oluşur. Görünüş olarak birbirinden farklı olan bu üç arıdan kraliçe arı ve işçi arılar dişidir.
Arı kolonilerinin her birinde sadece bir kraliçe bulunur ve bu kraliçe arı diğer dişilere göre daha büyüktür. Temel görevi ise yumurtlamaktır. Üreme sadece kraliçe arı vasıtasıyla olur, onun dışında diğer dişiler erkeklerle çiftleşemezler. Kraliçe, yumurtlamadan başka, koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler de salgılar.
Erkekler ise, dişilerden iridirler ama ne iğneleri vardır, ne de kendileri için besin toplayabilecek organları. Tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kovanda petek örme, yiyecek toplama, arı sütü üretme, kovan ısısını düzenleme, temizlik, savunma gibi akla gelebilecek tüm işleri ise işçi arılar yaparlar.
Arı kovanındaki hayatın her aşamasında bir düzen vardır. Larvaların bakımından, kovanın genel ihtiyaçlarının teminine kadar her görev hiç aksamadan yerine getirilir. Bu düzenin en belirgin örneklerinden biri de kovandaki yavruların bakımı sırasında ortaya çıkar. Diğer arıların yavrulara gösterdikleri özen ve sergiledikleri özverili davranışlar detaylı olarak incelendiğinde bu konu daha iyi anlaşılacaktır.
Arılar da farklı büyüme evrelerinden geçerler. Arı yavruları, sırasıyla larva ve pupa evrelerini tamamlayarak erişkin hale gelirler. Kraliçe arının yumurtaları bırakması ile başlayan bu dönem boyunca arı yavrularına son derece özenli ve dikkatli bir bakım uygulanır.
Arı kovanlarındaki yavruların bütün sorumluluğu işçi arılara aittir. İşçi arılar öncelikle kraliçenin yumurtlaması için peteklerin içinde özel olarak belirlenmiş bir bölgede kuluçka hücreleri hazırlarlar. Bu hücrelere yumurtlamak için gelen kraliçe arı, hücrenin temizliğini ve uygunluğunu kontrol ettikten sonra her peteğe birer yumurta bırakarak ilerler.
Yumurtaların gelişimi için gerekli olan şartların sağlanmasından, yumurtadan çıkacak larvaların ihtiyaçları olan besin maddelerinin temin edilmesine, hücre sıcaklıklarının sabit tutulmasından, özel hücre kontrollerine kadar pek çok şey özel olarak ayarlanır. İşçi arılar, detaylı metodlar kullanarak larvalara çok dikkatli bir bakım uygularlar
İşçi arılar bu yeni doğmuş larvaları son derece dikkatli ve özenli bir şekilde beslerler. Öyle ki tek bir larvanın büyüme dönemi boyunca yaklaşık 10.000 kere işçi arılar tarafından ziyaret edildiği tespit edilmiştir.Larvalar yumurtadan çıktıktan sonraki ilk üç günleri boyunca arı sütü ile beslenirler. Larva dönemi arıların sürekli beslendikleri ve beden olarak en çok geliştikleri dönemdir. Arı larvaları bu dönemdeki düzenli beslenme sonucunda 6 gün içerisinde ilk ağırlıklarının 1500 katına kadar ulaşırlar
Kraliçe arının yumurtaları bırakmasından 3 gün kadar sonra kurt şeklindeki arı larvaları ortaya çıkar. Arı larvaları, 6 gün içinde ilk ağırlıklarının 1500 katına ulaşır ve neredeyse bulundukları hücrelere sığmaz olurlar (solda). Bu noktadan sonra büyüme durur ve pupa aşaması başlar.(sağda)
Kovanda bulunan binlerce larvaya karşılık bir o kadar da dadı işçi arı vardır. Sürekli hareket halinde olan bu dadı arılar yumurtaları ve larvaları kolaylıkla kontrol altında tutarlar. Kovanda binlerce arı larvası olmasına ve bu larvaların beslenme şekillerinin günlere göre değişiklik göstermesine rağmen hiç karışıklık çıkmaz. Larvaların hangisinin kaç günlük olduğu, hangisinin ne ile besleneceği gibi detaylar işçi arılar tarafından hiç atlanmaz.
Bu son derece şaşırtıcıdır, çünkü hücrelerde kraliçe arı tarafından farklı dönemlerde bırakılan ve farklı büyüklüklere sahip olan pek çok yumurta vardır. Ve yavru arılar özellikle larva döneminde kaç günlük olduklarına göre bir beslenme programına tabi tutulurlar. Buna rağmen dadı arılar larvaların beslenmesinde bir problem yaşamazlar.
Arı kovanındaki özel hazırlanmış peteklerde büyümeye devam eden larvaların yedinci günlerinde şaşırtıcı bir olay gerçekleşir. Larva yemek yemeyi keser ve bakıcı arılar larvanın bulunduğu hücrenin ağzını mumdan yapılmış, hafif kubbeli bir kapak ile tamamen kapatırlar. Bu sırada larva da kendi ürettiği bir madde ile bulunduğu odanın içinde etrafına koza örerek kendini buraya adeta hapseder.
Arı larvaları bu şekilde pupa evresine bir geçiş yaparlar. Pupa döneminin detaylarına geçmeden önce dikkatle incelenmesi gereken nokta, koza örülen maddenin yapısıdır.
Arı larvalarının kafalarında bulunan çift taraflı ipek bezleri sayesinde ürettikleri bu maddenin özelliği; hava ile temasa geçmesinden kısa bir süre sonra sertleşmesidir. Diğer bir özelliği ise içerdiği "fibroin" isimli protein sebebiyle kuvvetli bir bakteri öldürücü ve enfeksiyon önleyici etkisi olmasıdır. Arılar üzerinde araştırma yapan bilim adamları, bu canlıların ördükleri koza sayesinde larvaların mikroplardan korunduklarını tahmin etmektedirler.
Kozanın örülmesinde kullanılan ağ, farklı kimyasal maddelerin belirli oranlarda karışımından oluşmaktadır.
1-Elastik bir protein olan "Fibroin" % 53.67. (Bu bileşik, glikol (% 66.5), lösin (% 1.5), arjinin (% 1), tirozin (% 10)'den meydana gelir.)
2-Jelatin yapısında yine bir protein olan "Serizin" % 20.36. (Bu madde serin (% 29), alanin (% 46) ve lösin (% 25)'den meydana gelmiştir.)
3-Diğer proteinler % 24.43
4-Mum % 1.39
5-Yağ ve reçine % 0.10
6-Renk maddesi % 0.05 6
Arı larvalarının koza ördükleri bu ipeğin formülü her arıda aynı şekilde üretilir. Milyonlarca yıldır bütün arı larvaları son dönemlerinde ördükleri kozalarında yukarıdaki formüle sahip olan ipeği kullanır. Ayrıca arı larvaları bu karmaşık yapılı maddeyi her zaman değil, sadece ihtiyaçları olan büyüme dönemlerinde üretmeye başlarlar. Bunlar göz önünde bulundurularak düşünülecek olursa akla pek çok soru gelecektir. Örneğin larvaların vücudundaki bu kimyasal madde nasıl ortaya çıkmıştır? Gözü, kanadı, beyni, olmayan, bir et parçasından farksız, henüz dünyayı hiç görmemiş, nasıl şartlarda bir yaşam süreceğini bilmeyen bir larva kendi başına karar verip, böyle bir şey oluşturabilir mi? Örneğin kimyasal maddenin koruyucu formülünü larvanın kendisi mi bulmuştur? Üretimini larva kendi kendine mi başarmıştır? Bu kimyasal maddeyi larvanın vücuduna kim yerleştirmiştir?
Solda, bakımı başka canlılar tarafından sağlanan arı larvalarının anatomik yapıları görülmektedir. Bir et parçası şeklindeki böyle bir canlının kendi kendine karar vermesi ve gelişmesi için gerekli kimyasal maddeleri üretmesi kuşkusuz imkansızdır.
Yavru arıların gelişim aşamaları Elbette ki koza örmede kullanılan ipeğin oluşmasını; hareket bile etmeyen, bakımı başka canlılar tarafından sağlanan, göremeyen, duyamayan, sadece çok basit yaşamsal fonksiyonlara sahip olan larvanın kendisi sağlamış olamaz. Böyle bir şeyin iddia edilmesi elbette ki bilimsellikten ve akılcılıktan uzaklaşmak olacaktır. Çünkü bu iddia arı larvasının kimyasal madde oluşturabilecek bilgilere sahip olduğu, matematiksel hesaplar yapabildiği gibi çıkarımların kabul edilmesi demektir. Bu ise bilimsel olmaktan çok hayali bir iddia olacaktır.
Yalnız burada vurgulanması gereken son derece önemli bir nokta vardır. Söz konusu canlı şuur sahibi bir canlı olsa da değişen bir şey yoktur. Çünkü hiçbir canlının kendi vücudunda var olmayan bir sistemi kendi kendine oluşturması söz konusu değildir. Örneğin insan, doğadaki akıl sahibi yegane varlıktır. Ama buna rağmen bir insanın çok basit formüllü de olsa bir kimyasal madde üretimini sağlayacak sistemleri kendi vücudunda oluşturması mümkün değildir. Bu durumda akıl ve bilinç sahibi insanların yapamayacağı bir şeyi bir böceğin yapabileceğini iddia etmek de kesinlikle akla ve mantığa sığmayacak bir davranıştır.
"Larvanın koza üretiminde kullandığı ipek nasıl meydana gelmiştir?" sorusunun cevabını verebilmek için öncelikle ipeği oluşturan maddeleri tekrar hatırlayalım. Bunlardan biri olan fibroin; glikol, lösin, arjinin ve tirozin maddelerinin belirli oranlarda birleşmesiyle meydana gelen bir maddedir. İpeği oluşturan maddelerden başka biri olan serizin ise serin, alanin ve lösin'in çok hassas yüzdelerde biraraya gelmesiyle oluşur. Arı larvalarının koza örerken kullandıkları ipeğin yapısındaki maddeler sadece bu kadar değildir. Bundan başka mum, yağ ve reçine gibi maddeler de ipeğin yapısında bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi ipeğin oluşması için çok sayıda maddenin belirli oranlarla biraraya gelmesi gerekmektedir. Bir deney yapalım ve ipeği oluşturan maddelerden en basit yapılı olanını ele alarak bu maddenin kendi kendine oluşmasını bekleyelim. Ne kadar beklersek bekleyelim, ne gibi işlemler yaparsak yapalım sonuç asla değişmeyecektir. Ve günlerce, aylarca, yıllarca hatta milyonlarca yıl boyunca beklense de, değil bu maddelerden tek bir tanesi, bu maddeleri oluşturan atomlardan tek bir tanesi bile tesadüfen oluşamayacaktır. Bu durumda koza örmede kullanılan ipeği oluşturan maddelerin her birinin tesadüfen ortaya çıktığını ve daha sonra yine tesadüfen biraraya gelerek ipek oluşturduklarını iddia etmekse tamamen akıl ve mantık ölçülerinden uzaklaşmak olacaktır.
İpeğin oluşumu bir arının yumurtadan çıkıp, uçabilir hale gelmesi için gerekli olan pek çok mekanizmadan sadece bir tanesidir. Larvanın arıya dönüşebilmesi için bütün mekanizmaların aynı anda bir bütünlük içinde çalışması gereklidir. Herhangi bir eksiklik arının gelişememesine yani, ölümüne neden olacaktır. Bu da arı neslinin zaman içinde yok olması demektir. Bu durumda varılan sonuç, arıların evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde kendiliklerinden ortaya çıkmadıkları, bir anda tüm sistemleriyle birlikte var olduklarıdır.
Bir arının tüm fiziksel özellikleri, pupa evresindeki kapalı mekanın içinde oluşur. Pupadan çıkan bir arının kanatları, gözleri kısacası tüm vücut sistemi dış dünyadaki yaşamı için hazırdır.
Larvanın pupa içinde nasıl olup da bir arıya dönüştüğünü sorular sorarak inceleyelim. Arı yumurtalarının pupa dönemindeki büyüme evreleri ilk olarak nasıl ortaya çıkmıştır? Bu süreci belirleyen kimdir ya da nedir? Arının kendisi midir, evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfler midir, yoksa hepsinin üstünde başka bir güç müdür?
Bu soruların cevabı aslında açıktır. Kozanın içindeki canlının dışarıda neye ihtiyaç duyacağını bilerek kendinde gerekli değişimleri oluşturduğunu iddia etmek anlamsızdır. Kendi kendine gelişen tesadüflerle bir canlıdaki göz, sindirim sistemi, enzim, hormon gibi yapıların oluşması kesinlikle mümkün değildir. Pupanın içine dışarıdan herhangi bir müdahalenin yapılması ise söz konusu bile değildir.
Her balarısı, bulunduğu hücrenin içinden bütün vücut yapıları tamamlanmış olarak çıkar. Ne tesadüfler ne de arının kendisi böyle bir oluşumu gerçekleştiremez.
2. Arı larvalarının ve yavrularının bakımı
3. Kraliçe arı ve erkek arıların beslenmesi
4. Bal yapılması
5. Peteklerin inşası ve onarım işleri
6. Kovanın havalandırılması
7. Kovanın güvenliği
8. Nektar (bal özü), polen (çiçek tozu), su, reçine gibi malzemelerin toplanması ve depolanması
- İkinci dönem: 3-9. günler
- Üçüncü dönem: 10-16. günler
- Dördüncü dönem: 17-20. günler
- Beşinci dönem: 21. gün ve sonrası olarak gruplanabilir.
Birinci Dönem: Kuluçka Temizleyicisi Arılar
İşçi arılar dünyaya gözlerini açar açmaz şaşırtıcı bir şekilde kovan içindeki işlere destek olmaya başlarlar. Onlara yapacakları işi öğreten, yol gösteren eğitmenler bulunmaz. Yumurtadan ilk çıktıkları andan itibaren bilinçli bir şekilde hareket ederler. Her arının görevi bellidir. Hiçbir karışıklık çıkmadan, on binlerce arı tam bir uyum içinde hareket eder ve kovandaki düzeni kısa bir süre içinde sağlar.
Bir işçi arının kovandaki ilk görevi temizliktir. Pupadan çıkan arı hemen temizliğe başlar. Öncelikle kendi hücresinden başlayarak ilk iki gün boyunca kuluçka hücrelerini temizler. Kraliçe arı sürekli yumurtladığı için yeni hücrelere ihtiyaç vardır. Bu nedenle boşalan hücrelerin hemen temizlenerek yeni yumurtalar için hazırlanması gerekmektedir. İşçi arı temizleyeceği hücrenin içine girer bazen dakikalarca içeride kalır. Bütün hücre duvarlarını yalayarak özenle temizler. İşçi arılar kovandaki ilk iki günlerini temizlik dışında kovanı tanımak için içeride dolaşarak da geçirirler. Yaşamlarının daha sonraki bölümlerinde de işçi arılar kovanın genel temizliğinden sorumlu olacaklardır.
Hücresine ilk çıktığında arının vücudu adeta suya düşmüş gibi ıslaktır. Tüyleri birbirine yapışıktır. Öncelikle ayaklarıyla bu tüyleri düzene koyar. Bundan sonra hemen temizliğe girişir. İlk olarak kendisinin çıktığı hücreden başlamak üzere kuluçka hücrelerini temizleyerek, kraliçenin yeniden yumurtlayabileceği hale getirir.
İşçi arıların en önemli görevlerinden biri kovan temizliğidir.
Yandaki resimde larvaların boşalttıkları hücrelerin kapaklarını açarak, kraliçenin yumurtlaması için bu hücrelerin uygun olup olmadığını kontrol eden ve temizlik işiyle ilgilenen işçi arılar görülmektedir.
İkinci dönem: Larva Bakıcısı Arılar
İşçi arılar hayatlarının 3. gününden itibaren larvaları besleme işini üstlenirler. Bu konuyla ilgili her türlü detayla özenli bir şekilde ilgilenirler.
Arı larvalarının bakımı diğer pek çok canlı türüne oranla daha fazla özen ve dikkat ister. Burada önemli olan nokta larvaların beslenme şekillerinin şartlara göre değişiklik göstermesidir. Larvanın yaşı, ileride kovan içinde ne gibi bir görevinin olacağı gibi etmenler bu beslenme üzerinde rol oynar. Dadı arılar özel bir beslenme listesine uyarak larvaların bakımını yaparlar.
Arılardaki larva bakımı, larvaların yaşlarına göre iki aşamalı olarak gerçekleşir.
1) İşçi arılar hayatlarının 3.-5. günlerini "larvalardan üç gününü doldurmuş olanları" beslemekle geçirirler. Onları, polen ve balı karıştırarak yaptıkları 'arı ekmeği' adı verilen besin ile doyururlar.
3 günlük olmayan larvalar arı ekmeğini sindiremedikleri için, onları da farklı bir yiyecekle beslerler.
Kovanda bulunan larvaların her birinin beslenme şekli, yaşlarına ve kovan içinde alacakları göreve göre değişiklik gösterir. Buna rağmen işçi arılar binlerce arı larvasını hiç karışıklık çıkmadan bir düzen içinde beslerler. Hücrelerdeki larvaları gün boyunca ziyaret eden işçi arılar, larvalara son derece özenli bir bakım uygularlar.
2) Yumurtadan yeni çıkmış larvaların besinleri işçi arıların salgıladığı bir tür süttür. İşçi arılar gelişimlerinin 6. gününe girdiklerinde kafalarının üzerinde bulunan bir çift bez faaliyete geçer. Dadı bezi olarak adlandırılan bu organdan "arı sütü" veya "royal jelly" (kraliyet jölesi) adı verilen bir sıvı salgılanır. İşte bu sıvı 1-3 günlük arıların besinidir. Arı sütü bilim adamlarını hayretler içinde bırakan çok özel bir maddedir. Çünkü bir larvanın kraliçe veya işçi arı olması tamamen işçi arıların salgıladıkları bu maddeye bağlıdır. Bakıcılar, larvaları sadece yumurtadan çıktıkları ilk 3 gün arı sütü ile beslerler. Larva -yukarıda da belirttiğimiz gibi- daha sonra arı ekmeği verilerek beslenir. Ancak kraliçe adayı olan larvalara hiçbir zaman arı ekmeği verilmez. Kraliçelere diğer arılardan farklı olarak larva dönemi boyunca (6 gün süreyle) arı sütü verilir.
Üçüncü Dönem: İnşaat İşçileri Görev Başında
10. günden itibaren arılar kovan dışına çıkarak çevre hakkında bilgi edinirler. Bu onların kovanı ilk terk edişleridir. Bu arada işçilerin karnındaki balmumu bezleri gelişmeye başlar ve . günlerinde olgunlaşarak balmumu üretecek hale gelirler. Dadı bezleri ise artık faaliyetlerini durdurmuştur. günlük olan işçiler, arı yavrularını beslemeyi keserler ve birbirine eşit altıgenlerden oluşan peteğin inşaasına koyulurlar. (Bu konu son derece önemli olduğu için kitabın bundan sonraki bölümlerinde ayrıntılı bir biçimde incelenecektir.)
Arıların kovan içinde sürekli olarak petek inşa etmeleri gerekmez. Ancak yaşadıkları yer ihtiyaçlarını karşılamadığında veya başka bir yere göç ettiklerinde yeni petekler örerler. Bunun dışında balmumunu genellikle petek tamiratında kullanırlar ki, bu iş çok fazla vakitlerini almaz. Bu dönemde arılar çok önemli üç iş daha yaparlar.
Besinle yüklü bir şekilde kovana dönen arılar, topladıkları besinleri diğer arılara dağıtır ya da peteklere depolarlar.
Bunlardan ikisi, dışarıdan getirilen yiyecekleri diğer arılara dağıtmak ve petek hücrelerine depolamaktır. Arılar kovana dönen nektar toplayıcılarından balı alır, bunu aç arkadaşlarına bölüştürür veya duruma göre bal odalarına depo ederler.
Kovandaki Büyük Temizlik
İşçi arıların aynı dönemde yaptıkları üçüncü iş ise kovan temizliğidir. Temizlik, kovan sağlığı açısından çok önemlidir. Bu yaştaki arılar, hücrelerden yeni çıkan arıların geride bıraktıkları parçaları, işi biten petek kapakçıklarını, kovan içinde ölmüş olan arıların cesetlerini ve buna benzer pek çok yabancı maddeyi kovanın çıkışına sürükler ve metrelerce uçarak kovandan uzağa atarlar.
Ancak eğer kovan içinde bulunan şey taşıyamayacakları kadar büyükse bunu "propolis" adı verilen bir madde ile kaplarlar. Arılar propolisi bazı ağaçların yapışkan tomurcuklarından alt çeneleri yardımıyla kemirdikleri reçineye ağız salgılarını ekleyerek üretir. Daha sonra arka ayaklarındaki özel keselere yerleştirerek kovana taşırlar. Arı reçinası da denen propolisin özelliği içinde bakteri barınamamasıdır.
Arılar propolisin antibakteriyel özelliğinden çok isabetli bir şekilde yararlanırlar. Kovan içinde öldürdükleri ve dışarı taşıyamayacakları kadar büyük olan böcekleri propolisle kaplayarak bir nevi mumyalama işlemi yaparlar.
Arılar reçineyi yandaki çizimlerde ve yukarıdaki resimde görüldüğü gibi çenelerini kullanarak ağaçlardan kazır. Son cümle dikkatle üzerinde düşünülerek okunduğunda şaşırtıcı ayrıntılar taşıdığı görülecektir. Bu ayrıntıların tam anlaşılması için arıların propolosi kullanma şeklini ve yaptıkları işlemleri sırasıyla düşünelim.
Öncelikle arılar bir canlı öldüğünde bedeninde bozulmaların olacağını ve ortaya çıkan maddelerin kovandaki canlılara zarar verebileceğini bilmektedirler. Ayrıca bu bozulmayı engellemek için ölen canlının özel bir kimyasal işleme tabi tutulması gerektiğinin de farkındadırlar. Mumyalama işlemi için de bakteri barındırmama özelliğine sahip bir madde olan propolisi kullanmaktadırlar.
Buraya kadar sıralanmış olan bilgiler ışığında düşünerek şu soruları soralım: Acaba arılar bir canlıda meydana gelebilecek bozulmaları ve bu bozulmanın zararlı etkilerini nasıl yok edebileceklerini nereden bilmektedirler? Üstelik sadece bunları bilmekle kalmayıp propolis gibi bir maddeyi kullanıma geçirmeyi nasıl akletmiş olabilirler? Arılara bunu öğreten kimdir? Bu maddeyi arılar nasıl keşfetmişlerdir? Formülünü nasıl bulup, üretime nasıl geçmişlerdir? Bu formülün bilgisini diğer koloni üyelerine ve kendilerinden sonra gelen nesillere nasıl aktarmışlardır?
Mumyalama işlemi, antiseptik maddenin içeriği ve üretimi veya nerelerde kullanılacağı gibi konularda arıların bir bilgisinin olamayacağı ve vücutlarında bunları üretebilecekleri bir sistemi de kendilerinin meydana getiremeyeceği açıktır. Bütün bunları arılar kendi kendilerine akledemezler. Her aşamasında belli bir akıl ve bilgi gerektiren bu işlemleri arılar tesadüfen de öğrenmiş değildirler. Çünkü tesadüfler, şuurlu ve akılcı hareketler ortaya çıkaramazlar.
Bunlar, tüm bu işlemlerin nasıl yapılacağının arılara başka bir Akıl tarafından öğretilmiş olduğunu gösterir.
Propolisin Çok Yönlü Kullanımı
Arı reçinesinin (propolisin) diğer bir kullanım yeri ise kovan inşaatıdır. Arılar kovandaki çatlak ve delikleri bu maddeyle sıvarlar. Ayrıca sıcaklığın çok yüksek olduğu bazı volkanik arazilerde (İtalya'nın güneyindeki Salerno arazileri gibi) peteklerin erimemesi için, petek hammaddesi olan balmumuna reçine ekleyerek balmumunun dayanıklılığını artırdıkları da gözlenmiştir.
Kovan içinde değişik alanlarda kullanılan propolisin toplanması ve taşınması gibi konularda arılar arasında tam anlamıyla bir işbölümü vardır. Propolis taşıyan arının kovana dönüşü polen taşıyan bir arınınkinden farklıdır. Polen taşıyıcısı yükünü koymak için boş bir hücre arar. Propolis taşıyıcısı ise hemen bu maddeye ihtiyaç duyulan inşaat alanına gider ve topladığı maddeyi diğer arılara gösterir. İşçiler propolise ihtiyaç duyduklarında, taşıyıcının yanına giderler ve gereken miktarda maddeyi torbanın içinden alırlar. Hemen balmumu ile karıştırarak yapışkan bir tutkal haline getirirler ve inşaat işlemlerinde kullanırlar. Burada dikkat çekici olan nokta propolis taşıyıcısı arının inşaat işine karışmaması ve bu işle uğraşan arkadaşlarının yükünü almalarını beklemesidir.Arı kolonilerindeki her üyenin belli bir işi vardır. Herkes kendi göreviyle ilgilenir, sadece bir iş aksadığında diğer arılar aksayan işlere destek olur. Bu nedenle arı reçineyi hem toplayıp hem yamamakla veya mumyalamakla, hem de mumyaladığını dışarı taşımakla uğraşmaz. Kovandaki işçi arıların tümü bu işlerin her birini yapabilecek yeteneklere sahip olsalar da, sadece kendi işlerini en iyi şekilde yapıp, diğer işleri o konuda görevlendirilmiş arkadaşlarına bırakırlar.
İşçi arıların hayatları incelenirken unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. 5-6 haftalık yaşamları boyunca işçi arılarda gerçekleşen görev değişikliklerinin tümü vücutlarında meydana gelen değişimlere bağlıdır. Bazı bezler etkisizleşirken, yeni bezler ortaya çıkmakta ve farklı bir görev için harekete geçmektedir. Örneğin arıların petek yapma dönemlerinde balmumu bezleri gelişir, dadılık dönemlerinde ise larvalar için besin üreten bezleri gelişir. Gardiyanlık dönemleri geldiğindeyse işçi arıların vücutlarındaki salgı bezleri birdenbire zehir salgılamaya başlar. Eğer tesadüfi bir gelişim söz konusu olsaydı, pek çok problem yaşanırdı; daha doğrusu tesadüfi bir gelişimle böyle düzenli bir sistemin meydana gelmesi asla mümkün olmazdı. Örneğin larva besleme döneminde işçi arıların vücudundan arı sütü yerine zehir salgılanabilirdi. Bu durumda larvaların tümü ölür ve arıların da soyu tükenirdi. Ama bütün bu görev değişimleri sırasında hiçbir problem çıkmaz. Herşey çok kontrollü bir şekilde, kusursuz bir düzen içinde gerçekleşir.
İşçi arılar hayatlarının dördüncü dönemlerinde yine bir görev değişikliği yaşarlar.
Dördüncü Dönem: Kovan Bekçileri
Arılar hayatlarının dördüncü dönemlerinde kovan girişinde nöbetçilik yaparlar. Vücutlarında bir değişim olur; iğne bezleri gelişir ve zehir üretmeye başlar. İşte bu dönemdeki arılar, kovan kapısında nöbet tutarak davetsiz misafirlerin içeri girmesini engellerler. Gelen her canlı -arılar bile- kapıdaki nöbetçinin kontrolünden geçerek içeri girebilir. Nöbetçi arının yerinden ayrılması durumunda ise hemen başka bir işçi arı gelir ve kovan kapısındaki nöbeti devralır.
Arıların kovan bekçiliğini, sınır kapılarında giriş yapmaya çalışanlara uygulanan kontrollere benzetebiliriz. Bir ülkenin sınır güvenliği çok önemlidir. Bu nedenle alınan güvenlik önlemleri son derece fazladır. Aynı şekilde kovanlardaki güvenlik ön
Günlük yaşamın bir parçası haline gelen bu gibi toplumsal sorunlar düşünüldüğünde hepsinin temelinde ortak bir eksikliğin olduğu görülecektir. Bütün bu sorunların ortaya çıkmasına neden olan adaletsizlik, dolandırıcılık, sahtekarlık, merhametsizlik gibi kötü ahlak özelliklerinin temelinde yatan da yine bu eksikliktir.
Bu önemli eksiklik insanların düşünmemeleri ve dolayısıyla gerçekleri görememeleridir. Bu gibi kişiler için ön planda olan kendi çıkarları, kendi yaşamlarıdır. Çevrelerinde yaşananlar onları ilgilendirmez. Ara sıra düşündükleri sınırlı konular da yine kendileri ile ilgilidir. Bu nedenle kendi doğru ve yanlışlarının sınırları içinde bir yaşam sürerler. Günlük yaşamın akışı içinde yaptıklarını yeterli gören bu kişiler dünyada bulunuş amaçları gibi hayati önemdeki konuları akıllarına bile getirmezler.
Çevrelerindeki canlıların özelliklerini, nasıl olup da böyle kusursuz bir çeşitliliğin ortaya çıktığını, kendi vücutlarını, gökyüzündeki dengeleri kısacası hiçbir şeyi düşünmezler.
kovandaki arılarla ilgili benzer işlerin tümü işçi arılar tarafından yapılmaktadır. Bir arı kovanında işçi arılar, kraliçe arı ve erkek arılar bulunur. Kovandaki hemen hemen her türlü işle görevli olan işçi arılardır. Bununla birlikte kraliçe arının, kovanın devamlılığını sağlamak gibi son derece önemli bir görevi vadır. Erkek arılarınsa kovan içindeki tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kısa yaşam süreleri içinde bu görevlerini yerine getirirler ve hemen arkasından ölürler.
Arıların özelliklerinin detaylı olarak inceleneceği ayrıca arıların aralarında nasıl anlaştıkları, kovandaki on binlerce arının nasıl olup da problemsiz bir şekilde yaşadıkları, yönlerini nasıl buldukları, nasıl bal ürettikleri gibi daha birçok konu anlatılacaktır.
Arı kovanındaki hayat
Yirmi bin türden oluşan geniş bir familyaya sahip olan arılar, hayvanlar dünyasındaki en çarpıcı mühendislik ve mimarlık bilgisine sahip, sosyal hayatları ile diğer pek çok canlıdan ayrılan, aralarındaki iletişim ile kendilerini inceleyen bilim adamlarını hayretler içinde bırakan canlılardır.Bu kitabın konusu olan balarıları ise diğer arılardan farklı özelliklere sahiptir. Koloniler halinde ağaç kovuklarında veya benzeri kapalı mekanlarda kendilerine yuva yaparlar. Bir arı kolonisi, bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve 10-80 bin işçi arıdan oluşur. Görünüş olarak birbirinden farklı olan bu üç arıdan kraliçe arı ve işçi arılar dişidir.
Arı kolonilerinin her birinde sadece bir kraliçe bulunur ve bu kraliçe arı diğer dişilere göre daha büyüktür. Temel görevi ise yumurtlamaktır. Üreme sadece kraliçe arı vasıtasıyla olur, onun dışında diğer dişiler erkeklerle çiftleşemezler. Kraliçe, yumurtlamadan başka, koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler de salgılar.
Erkekler ise, dişilerden iridirler ama ne iğneleri vardır, ne de kendileri için besin toplayabilecek organları. Tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kovanda petek örme, yiyecek toplama, arı sütü üretme, kovan ısısını düzenleme, temizlik, savunma gibi akla gelebilecek tüm işleri ise işçi arılar yaparlar.
Arı kovanındaki hayatın her aşamasında bir düzen vardır. Larvaların bakımından, kovanın genel ihtiyaçlarının teminine kadar her görev hiç aksamadan yerine getirilir. Bu düzenin en belirgin örneklerinden biri de kovandaki yavruların bakımı sırasında ortaya çıkar. Diğer arıların yavrulara gösterdikleri özen ve sergiledikleri özverili davranışlar detaylı olarak incelendiğinde bu konu daha iyi anlaşılacaktır.
Arıların yuvalarına gösterilen özen
Bazı canlı türlerinde yavruların bakımı diğerlerine göre daha fazla özen gerektirir. Özellikle yumurta, larva, pupa gibi değişik evrelerden geçerek erişkin hale gelen canlılarda, her evrede farklı yönde bir bakım uygulanır.Arılar da farklı büyüme evrelerinden geçerler. Arı yavruları, sırasıyla larva ve pupa evrelerini tamamlayarak erişkin hale gelirler. Kraliçe arının yumurtaları bırakması ile başlayan bu dönem boyunca arı yavrularına son derece özenli ve dikkatli bir bakım uygulanır.
Arı kovanlarındaki yavruların bütün sorumluluğu işçi arılara aittir. İşçi arılar öncelikle kraliçenin yumurtlaması için peteklerin içinde özel olarak belirlenmiş bir bölgede kuluçka hücreleri hazırlarlar. Bu hücrelere yumurtlamak için gelen kraliçe arı, hücrenin temizliğini ve uygunluğunu kontrol ettikten sonra her peteğe birer yumurta bırakarak ilerler.
Yumurtaların gelişimi için gerekli olan şartların sağlanmasından, yumurtadan çıkacak larvaların ihtiyaçları olan besin maddelerinin temin edilmesine, hücre sıcaklıklarının sabit tutulmasından, özel hücre kontrollerine kadar pek çok şey özel olarak ayarlanır. İşçi arılar, detaylı metodlar kullanarak larvalara çok dikkatli bir bakım uygularlar
İşçi Arıların Larvalara Uyguladıkları Titiz Kontrol
Kraliçe arının büyük bir hassasiyetle hücrelere yerleştirdiği arı yumurtaları yaklaşık 3 gün içinde gelişirler. Bu sürenin sonunda hücrelerden beyaz kurt şeklindeki arı larvaları çıkar. Yumurtadan çıkan bu canlıların gözleri, kanatları ve bacakları yoktur. Dış görünüş olarak balarısına hiç benzemezler. İşçi arılar bu yeni doğmuş larvaları son derece dikkatli ve özenli bir şekilde beslerler. Öyle ki tek bir larvanın büyüme dönemi boyunca yaklaşık 10.000 kere işçi arılar tarafından ziyaret edildiği tespit edilmiştir.Larvalar yumurtadan çıktıktan sonraki ilk üç günleri boyunca arı sütü ile beslenirler. Larva dönemi arıların sürekli beslendikleri ve beden olarak en çok geliştikleri dönemdir. Arı larvaları bu dönemdeki düzenli beslenme sonucunda 6 gün içerisinde ilk ağırlıklarının 1500 katına kadar ulaşırlar
Bu son derece şaşırtıcıdır, çünkü hücrelerde kraliçe arı tarafından farklı dönemlerde bırakılan ve farklı büyüklüklere sahip olan pek çok yumurta vardır. Ve yavru arılar özellikle larva döneminde kaç günlük olduklarına göre bir beslenme programına tabi tutulurlar. Buna rağmen dadı arılar larvaların beslenmesinde bir problem yaşamazlar.
Arı kovanındaki özel hazırlanmış peteklerde büyümeye devam eden larvaların yedinci günlerinde şaşırtıcı bir olay gerçekleşir. Larva yemek yemeyi keser ve bakıcı arılar larvanın bulunduğu hücrenin ağzını mumdan yapılmış, hafif kubbeli bir kapak ile tamamen kapatırlar. Bu sırada larva da kendi ürettiği bir madde ile bulunduğu odanın içinde etrafına koza örerek kendini buraya adeta hapseder.
Arı larvaları bu şekilde pupa evresine bir geçiş yaparlar. Pupa döneminin detaylarına geçmeden önce dikkatle incelenmesi gereken nokta, koza örülen maddenin yapısıdır.
Arı larvalarının kafalarında bulunan çift taraflı ipek bezleri sayesinde ürettikleri bu maddenin özelliği; hava ile temasa geçmesinden kısa bir süre sonra sertleşmesidir. Diğer bir özelliği ise içerdiği "fibroin" isimli protein sebebiyle kuvvetli bir bakteri öldürücü ve enfeksiyon önleyici etkisi olmasıdır. Arılar üzerinde araştırma yapan bilim adamları, bu canlıların ördükleri koza sayesinde larvaların mikroplardan korunduklarını tahmin etmektedirler.
Kozanın örülmesinde kullanılan ağ, farklı kimyasal maddelerin belirli oranlarda karışımından oluşmaktadır.
1-Elastik bir protein olan "Fibroin" % 53.67. (Bu bileşik, glikol (% 66.5), lösin (% 1.5), arjinin (% 1), tirozin (% 10)'den meydana gelir.)
2-Jelatin yapısında yine bir protein olan "Serizin" % 20.36. (Bu madde serin (% 29), alanin (% 46) ve lösin (% 25)'den meydana gelmiştir.)
3-Diğer proteinler % 24.43
4-Mum % 1.39
5-Yağ ve reçine % 0.10
6-Renk maddesi % 0.05 6
Arı larvalarının koza ördükleri bu ipeğin formülü her arıda aynı şekilde üretilir. Milyonlarca yıldır bütün arı larvaları son dönemlerinde ördükleri kozalarında yukarıdaki formüle sahip olan ipeği kullanır. Ayrıca arı larvaları bu karmaşık yapılı maddeyi her zaman değil, sadece ihtiyaçları olan büyüme dönemlerinde üretmeye başlarlar. Bunlar göz önünde bulundurularak düşünülecek olursa akla pek çok soru gelecektir. Örneğin larvaların vücudundaki bu kimyasal madde nasıl ortaya çıkmıştır? Gözü, kanadı, beyni, olmayan, bir et parçasından farksız, henüz dünyayı hiç görmemiş, nasıl şartlarda bir yaşam süreceğini bilmeyen bir larva kendi başına karar verip, böyle bir şey oluşturabilir mi? Örneğin kimyasal maddenin koruyucu formülünü larvanın kendisi mi bulmuştur? Üretimini larva kendi kendine mi başarmıştır? Bu kimyasal maddeyi larvanın vücuduna kim yerleştirmiştir?
Yalnız burada vurgulanması gereken son derece önemli bir nokta vardır. Söz konusu canlı şuur sahibi bir canlı olsa da değişen bir şey yoktur. Çünkü hiçbir canlının kendi vücudunda var olmayan bir sistemi kendi kendine oluşturması söz konusu değildir. Örneğin insan, doğadaki akıl sahibi yegane varlıktır. Ama buna rağmen bir insanın çok basit formüllü de olsa bir kimyasal madde üretimini sağlayacak sistemleri kendi vücudunda oluşturması mümkün değildir. Bu durumda akıl ve bilinç sahibi insanların yapamayacağı bir şeyi bir böceğin yapabileceğini iddia etmek de kesinlikle akla ve mantığa sığmayacak bir davranıştır.
"Larvanın koza üretiminde kullandığı ipek nasıl meydana gelmiştir?" sorusunun cevabını verebilmek için öncelikle ipeği oluşturan maddeleri tekrar hatırlayalım. Bunlardan biri olan fibroin; glikol, lösin, arjinin ve tirozin maddelerinin belirli oranlarda birleşmesiyle meydana gelen bir maddedir. İpeği oluşturan maddelerden başka biri olan serizin ise serin, alanin ve lösin'in çok hassas yüzdelerde biraraya gelmesiyle oluşur. Arı larvalarının koza örerken kullandıkları ipeğin yapısındaki maddeler sadece bu kadar değildir. Bundan başka mum, yağ ve reçine gibi maddeler de ipeğin yapısında bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi ipeğin oluşması için çok sayıda maddenin belirli oranlarla biraraya gelmesi gerekmektedir. Bir deney yapalım ve ipeği oluşturan maddelerden en basit yapılı olanını ele alarak bu maddenin kendi kendine oluşmasını bekleyelim. Ne kadar beklersek bekleyelim, ne gibi işlemler yaparsak yapalım sonuç asla değişmeyecektir. Ve günlerce, aylarca, yıllarca hatta milyonlarca yıl boyunca beklense de, değil bu maddelerden tek bir tanesi, bu maddeleri oluşturan atomlardan tek bir tanesi bile tesadüfen oluşamayacaktır. Bu durumda koza örmede kullanılan ipeği oluşturan maddelerin her birinin tesadüfen ortaya çıktığını ve daha sonra yine tesadüfen biraraya gelerek ipek oluşturduklarını iddia etmekse tamamen akıl ve mantık ölçülerinden uzaklaşmak olacaktır.
İpeğin oluşumu bir arının yumurtadan çıkıp, uçabilir hale gelmesi için gerekli olan pek çok mekanizmadan sadece bir tanesidir. Larvanın arıya dönüşebilmesi için bütün mekanizmaların aynı anda bir bütünlük içinde çalışması gereklidir. Herhangi bir eksiklik arının gelişememesine yani, ölümüne neden olacaktır. Bu da arı neslinin zaman içinde yok olması demektir. Bu durumda varılan sonuç, arıların evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde kendiliklerinden ortaya çıkmadıkları, bir anda tüm sistemleriyle birlikte var olduklarıdır.
Pupa Dönemi
İşçi arıların üzerine mumdan hafif kubbeli bir kapak örmeleriyle birlikte larva, pupa dönemine girer. Arı pupası, bulunduğu hücrenin içinde 12 gün boyunca kalır.Bu süre içinde hücrede dıştan herhangi bir değişiklik gözlenmez. Oysa hücrenin içindeki pupa sürekli büyüme halindedir. Arı yumurtası kraliçe arı tarafından hücreye bırakıldıktan tam üç hafta sonra hücrenin kapağı yırtılır ve içinden uçmaya hazır bir şekilde balarısı çıkar. Bundan sonra pupanın dış yüzeyi ölü bir kabuk olarak hücrede kalır. Pupadan çıkan balarısı yaklaşık 6 hafta sürecek ömrüne bu hücrenin içinde geçirdiği gelişim evrelerinin sonucunda başlar.Balarısı hücreden ne larvaya ne de pupaya benzemeyen, bambaşka bir canlı olarak çıkar. Balarısının, son aşamanın tamamlanması ile birlikte, yaşamını devam ettirmek için ihtiyaç duyacağı sistemlerde hiçbir eksik olmadan pupadan çıkması, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Arının herşeyi pupanın, yani küçük kapalı bir mekanın içinde oluşmuştur. Örneğin uzun uçuşlarında kullanacağı özel yapılı kanatları, yapacağı işlere uygun tasarlanmış gözleri, düşmanlarına karşı kullandığı iğnesi, salgı bezleri, balmumu üretmesini sağlayacak sistemi, üreme sistemi, polen toplamaya yarayan tüyleri kısacası bütün vücut sistemleri eksiksiz olarak arının pupa evresini geçirdiği kozanın içinde gelişir. Bu soruların cevabı aslında açıktır. Kozanın içindeki canlının dışarıda neye ihtiyaç duyacağını bilerek kendinde gerekli değişimleri oluşturduğunu iddia etmek anlamsızdır. Kendi kendine gelişen tesadüflerle bir canlıdaki göz, sindirim sistemi, enzim, hormon gibi yapıların oluşması kesinlikle mümkün değildir. Pupanın içine dışarıdan herhangi bir müdahalenin yapılması ise söz konusu bile değildir.
Hücresinin kapağını açarak dışarı çıkan bir arının tüyleri ilk anlarda ıslaktır.
Bir süre sonra bu tüyler kurur ve arı kovan içindeki görevlerini yerine getirmeye başlar.
Pupa evresinde arının her organının eksiksiz bir şekilde, tam gerektiği fonksiyonlarla tamamlanmasını sağlayan ne tesadüfler ne de arının kendisidir.
İŞ BÖLÜMÜ VE KOVAN DÜZENİBir kovanda sayıları 10.000 ile 80.000 arasında değişen arı yaşar. Birarada yaşayan arı sayısının fazlalığına rağmen aralarındaki kusursuz iş bölümü ve disiplin sayesinde, kovandaki işlerde hiçbir aksama olmaz ve kovan içinde hiçbir kargaşa da yaşanmaz.
Arılar arasındaki düzen son derece dikkat çekicidir. Bu nedenle bilim adamları kovandaki düzenin nasıl sağlandığı, iş bölümünün neye göre belirlendiği, bu kadar kalabalık bir topluluğun nasıl olup da rahatlıkla birlikte hareket ettiği gibi sorulardan yola çıkarak arılar üzerinde çok detaylı araştırmalar yapmışlardır. Elde ettikleri sonuçlar araştırmacılar açısından son derece düşündürücü olmuştur. Özellikle canlıların tesadüfen ortaya çıktığını iddia eden evrim savunucuları bu sonuçlar üzerine teorilerinin içine düştüğü çelişkileri sorgulamak zorunda kalmışlardır.
Evrim teorisinin temel iddialarından olan "yaşam mücadelesi" kavramı evrimciler tarafından sorgulanan çelişkilerden sadece bir tanesidir. Evrimcilere göre doğadaki her canlı kendi çıkarlarını korumak için savaşır. Ayrıca bu çarpık anlayışa göre bir canlının, yavrularına bakma sebebi de neslini devam ettirme isteğinden, yani içgüdüsünden başka bir şey değildir. Zaten evrimcilere göre açıklayamadıkları tüm canlı davranışlarının sebebi "içgüdü"lerdir. Bu içgüdülerin nasıl ortaya çıktığı sorusunun mantıklı bir cevabı ise evrimciler tarafından verilememektedir.
Arılar arasındaki düzen son derece dikkat çekicidir. Bu nedenle bilim adamları kovandaki düzenin nasıl sağlandığı, iş bölümünün neye göre belirlendiği, bu kadar kalabalık bir topluluğun nasıl olup da rahatlıkla birlikte hareket ettiği gibi sorulardan yola çıkarak arılar üzerinde çok detaylı araştırmalar yapmışlardır. Elde ettikleri sonuçlar araştırmacılar açısından son derece düşündürücü olmuştur. Özellikle canlıların tesadüfen ortaya çıktığını iddia eden evrim savunucuları bu sonuçlar üzerine teorilerinin içine düştüğü çelişkileri sorgulamak zorunda kalmışlardır.
Evrim teorisinin temel iddialarından olan "yaşam mücadelesi" kavramı evrimciler tarafından sorgulanan çelişkilerden sadece bir tanesidir. Evrimcilere göre doğadaki her canlı kendi çıkarlarını korumak için savaşır. Ayrıca bu çarpık anlayışa göre bir canlının, yavrularına bakma sebebi de neslini devam ettirme isteğinden, yani içgüdüsünden başka bir şey değildir. Zaten evrimcilere göre açıklayamadıkları tüm canlı davranışlarının sebebi "içgüdü"lerdir. Bu içgüdülerin nasıl ortaya çıktığı sorusunun mantıklı bir cevabı ise evrimciler tarafından verilememektedir.
Evrimciler içgüdünün doğal seleksiyon denen evrim mekanizması ile kazanılmış bir özellik olduğunu iddia ederler. Doğal seleksiyon, "bir canlı için faydalı olan her türlü değişimin diğerlerinin arasından seçilerek o canlıda kalıcı hale gelmesi ve bu şekilde bir sonraki nesle aktarılması" anlamına gelmektedir. Ancak dikkat edilirse burada kastedilen seçimin yapılması için bir bilinç ve bir karar mekanizması gerekmektedir. Yani bir canlının önce bir davranışta bulunması, ardından bu davranışın kendisine uzun vadede çok ciddi yararlar sağlayacağını tespit etmesi ve ardından da yine bilinçli bir kararla bu davranışı sürekli hale getirerek "içgüdüleştirmesi" gerekmektedir. Ancak kuşkusuz böyle bir karar mekanizması doğadaki canlılardan hiçbirine ait olamaz. Değil kendileri için yarar getirecek olan bir davranışı seçip sürdürmeleri, onların kendi içinde bulundukları durumdan dahi haberleri yoktur.
Örneğin bu içgüdü konusunu bir önceki bölümde incelediğimiz koza örme örneği üzerinde düşünelim. Söz ettiğimiz gibi, belirli bir vakit geldiğinde işçi arılar peteğin tepesini kapatırken, larva da kendi etrafına kozasını örmektedir. Ve Afrika'da yaşayan da, Avustralya'da hayatını sürdüren de olsa tüm balarıları, milyonlarca yıldır aynı işlemi yerine getirmektedirler. Yani bu, tüm balarılarının sahip olduğu bir içgüdüdür. Peki ama arı larvaları ve işçi arılar, larvalar için en uygun gelişme ortamının kozanın içi olacağını nasıl tespit etmişlerdir? Bunları kendi hesaplamaları ve seçimleri ile yapmaları mümkün müdür?
İşte bu noktada evrimcilerin kendi içlerinde büyük bir çelişkiye düştükleri açığa çıkmaktadır. Çünkü iddia ettikleri gibi bir seçimi ancak üstün bir güç sahibi yapabilir; ancak bilinçli bir varlık bu canlılara tam ihtiyaçları olan özellikleri ve içgüdüsel davranışları verebilir. Bunu kabul etmekse bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmek demektir. Yani, doğadaki kusursuz tasarım Allah'a aittir ve canlıların "içgüdü" olarak tanımlanan tüm davranış biçimleri Allah'ın onlara ilhamıdır. Evrimciler de aslında bu gerçeğin farkındadırlar. Arı gibi küçük ve bilinçsiz bir canlının bu olağanüstü yeteneklere kendi iradesiyle sahip olamayacağını onlar da bilirler. Ama evrimciler Allah'ın üstün gücünü gördükleri, kendi iddialarının imkansızlığının da farkına vardıkları halde teorilerini savunmaktan vazgeçmezler.
EVRİMCİLERİN İTİRAFLARIÖrneğin bu içgüdü konusunu bir önceki bölümde incelediğimiz koza örme örneği üzerinde düşünelim. Söz ettiğimiz gibi, belirli bir vakit geldiğinde işçi arılar peteğin tepesini kapatırken, larva da kendi etrafına kozasını örmektedir. Ve Afrika'da yaşayan da, Avustralya'da hayatını sürdüren de olsa tüm balarıları, milyonlarca yıldır aynı işlemi yerine getirmektedirler. Yani bu, tüm balarılarının sahip olduğu bir içgüdüdür. Peki ama arı larvaları ve işçi arılar, larvalar için en uygun gelişme ortamının kozanın içi olacağını nasıl tespit etmişlerdir? Bunları kendi hesaplamaları ve seçimleri ile yapmaları mümkün müdür?
İşte bu noktada evrimcilerin kendi içlerinde büyük bir çelişkiye düştükleri açığa çıkmaktadır. Çünkü iddia ettikleri gibi bir seçimi ancak üstün bir güç sahibi yapabilir; ancak bilinçli bir varlık bu canlılara tam ihtiyaçları olan özellikleri ve içgüdüsel davranışları verebilir. Bunu kabul etmekse bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmek demektir. Yani, doğadaki kusursuz tasarım Allah'a aittir ve canlıların "içgüdü" olarak tanımlanan tüm davranış biçimleri Allah'ın onlara ilhamıdır. Evrimciler de aslında bu gerçeğin farkındadırlar. Arı gibi küçük ve bilinçsiz bir canlının bu olağanüstü yeteneklere kendi iradesiyle sahip olamayacağını onlar da bilirler. Ama evrimciler Allah'ın üstün gücünü gördükleri, kendi iddialarının imkansızlığının da farkına vardıkları halde teorilerini savunmaktan vazgeçmezler.
Bilim adamları, doğadaki canlıları incelediklerinde bir değil, iki değil, yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca canlı türünün, birbirinden çok farklı yaratılış delilleri ile karşılaşmışlardır. Ve bu yüzden de içgüdü iddialarının anlamsızlığını defalarca itiraf etmek zorunda kalmışlardır.
Genetikçi Gordon Taylor'ın aşağıdaki sözü evrimcilerin içinde bulundukları bu çıkmazı açıkça ortaya koymaktadır:
İçgüdüsel bir davranış ilk olarak nasıl ortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal olarak nasıl yerleşiyor diye sorsak, bu soruya hiçbir cevap alamayız.
Charles Darwin'in oğlu Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin isimli kitapta babasının bu konuda yaşadığı zorlukları şöyle anlatmıştır:
Çalışmanın (Türlerin Kökeni'nin) 3. Bölümü'nde birinci kısım tamamlanıyor ve hayvanların alışkanlıkları ile içgüdülerindeki varyasyonlardan söz ediyor... Bu konunun yazının başlangıç kısmına dahil edilmesinin sebebi, içgüdülerin Doğal Seleksiyon'la gerçekleştiği fikrini imkansız olarak değerlendiren okuyucuların aceleyle reddetmemesini sağlamak. Türlerin Kökeni'nde yer alan "İçgüdüler Bölümü" özellikle teorinin en ciddi ve en açık zorluklarını içeren konu".
Evrim teorisinin içgüdüler karşısında içine düştüğü durum Charles Darwin tarafından çeşitli şekillerde itiraf edilmiştir. Örneğin Darwin hayvanlardaki içgüdülerin teorisini yıktığını Türlerin Kökeni adlı kitabında şöyle ifade etmektedir.
İçgüdülerin çoğu öylesine şaşırtıcıdır ki, onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte görülecektir.
Yine Charles Darwin başka bir ifadesinde içgüdülerin gelişemeyeceği hakkında şöyle söylemektedir:
Şu tahmin üzerimde ağır basıyor. İçgüdüler, yapılar kadar hassas bir değişime uğramıyorlar. Kitabımda da belirttiğim gibi, içgüdü veya yapının ilk olarak bilinçsiz aşamalarla değişmesini anlayabilmek oldukça zordur.
Teorinin kurucusu olan Darwin canlılarda görülen karmaşık ve faydalı davranışların doğal seleksiyon yoluyla kazanılmış olmasının imkansız olduğunu da çok defalar itiraf etmişti. Ancak saçma olmasına rağmen bu iddiayı neden sürdürdüğünü de şöyle açıklamıştı:
Sonunda, yavru guguğun üvey kardeşlerini yuvadan atması, karıncaların köleleştirmesi… gibi içgüdüleri, özellikle bağışlanmış ya da yaratılmış içgüdüler olarak değil de, bütün organik yaratıkların ilerlemesine yol açan genel bir yasanın, yani çoğalmanın, değişmenin, en güçlülerin yaşamasının ve en zayıfların ölmesinin küçük belirtileri olarak görmek, mantıklı bir sonuç çıkarma olmayabilir, ama benim hayalgücüm için çok daha doyurucudur.
Evrim teorisinin savunucuları, üstün bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmemek uğruna her türlü yola başvurabilmektedirler. Nitekim teorinin kurucusu Charles Darwin, yukarıdaki sözlerinde, içgüdülerin yaratılmış olduğunu kabul etmemenin mantıksız olabileceğini, ama yine de hayalgücüne dayanarak inkarda diretmenin kendisi için daha "doyurucu" olduğunu ifade etmiştir. Buradan çıkan sonuç, yukarıda verdiğimiz ayette geçen, "vicdanen kabul ettiği halde inkar etme" saplantısının açık bir örneğidir.
Charles Darwin'in örnek olarak verdiği guguk kuşlarının ve köleci karıncaların ortak özellikleri; amaçları doğrultusunda bir taktik belirlemek ve bu taktiğe uygun planlar yaparak, bunları eksiksiz uygulamaktır. Başka bir canlıyı kandırmak için taktik belirlemek, karşı tarafın zayıf noktalarını tespit ederek içten çökertecek planlar yapmak gibi özellikler ancak akıl, planlama ve muhakeme yeteneği sonucunda gerçekleşecek özelliklerdir. Oysa ne karıncalar ne de guguk kuşları akla ve muhakeme yeteneğine sahip değildirler. Bu konularda bir eğitimden geçmemişlerdir. Uyguladıkları taktikleri başkalarından da öğrenmemişlerdir. Bu konuyla ilgili bir bilgi birikimine de sahip değildirler. Hiçbir şekilde düşünme yeteneği olmayan bu canlılar sahip oldukları özelliklerle birlikte yaratılmışlardır.
Genetikçi Gordon Taylor'ın aşağıdaki sözü evrimcilerin içinde bulundukları bu çıkmazı açıkça ortaya koymaktadır:
İçgüdüsel bir davranış ilk olarak nasıl ortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal olarak nasıl yerleşiyor diye sorsak, bu soruya hiçbir cevap alamayız.
Charles Darwin'in oğlu Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin isimli kitapta babasının bu konuda yaşadığı zorlukları şöyle anlatmıştır:
Çalışmanın (Türlerin Kökeni'nin) 3. Bölümü'nde birinci kısım tamamlanıyor ve hayvanların alışkanlıkları ile içgüdülerindeki varyasyonlardan söz ediyor... Bu konunun yazının başlangıç kısmına dahil edilmesinin sebebi, içgüdülerin Doğal Seleksiyon'la gerçekleştiği fikrini imkansız olarak değerlendiren okuyucuların aceleyle reddetmemesini sağlamak. Türlerin Kökeni'nde yer alan "İçgüdüler Bölümü" özellikle teorinin en ciddi ve en açık zorluklarını içeren konu".
Evrim teorisinin içgüdüler karşısında içine düştüğü durum Charles Darwin tarafından çeşitli şekillerde itiraf edilmiştir. Örneğin Darwin hayvanlardaki içgüdülerin teorisini yıktığını Türlerin Kökeni adlı kitabında şöyle ifade etmektedir.
İçgüdülerin çoğu öylesine şaşırtıcıdır ki, onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte görülecektir.
Yine Charles Darwin başka bir ifadesinde içgüdülerin gelişemeyeceği hakkında şöyle söylemektedir:
Şu tahmin üzerimde ağır basıyor. İçgüdüler, yapılar kadar hassas bir değişime uğramıyorlar. Kitabımda da belirttiğim gibi, içgüdü veya yapının ilk olarak bilinçsiz aşamalarla değişmesini anlayabilmek oldukça zordur.
Teorinin kurucusu olan Darwin canlılarda görülen karmaşık ve faydalı davranışların doğal seleksiyon yoluyla kazanılmış olmasının imkansız olduğunu da çok defalar itiraf etmişti. Ancak saçma olmasına rağmen bu iddiayı neden sürdürdüğünü de şöyle açıklamıştı:
Sonunda, yavru guguğun üvey kardeşlerini yuvadan atması, karıncaların köleleştirmesi… gibi içgüdüleri, özellikle bağışlanmış ya da yaratılmış içgüdüler olarak değil de, bütün organik yaratıkların ilerlemesine yol açan genel bir yasanın, yani çoğalmanın, değişmenin, en güçlülerin yaşamasının ve en zayıfların ölmesinin küçük belirtileri olarak görmek, mantıklı bir sonuç çıkarma olmayabilir, ama benim hayalgücüm için çok daha doyurucudur.
Evrim teorisinin savunucuları, üstün bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmemek uğruna her türlü yola başvurabilmektedirler. Nitekim teorinin kurucusu Charles Darwin, yukarıdaki sözlerinde, içgüdülerin yaratılmış olduğunu kabul etmemenin mantıksız olabileceğini, ama yine de hayalgücüne dayanarak inkarda diretmenin kendisi için daha "doyurucu" olduğunu ifade etmiştir. Buradan çıkan sonuç, yukarıda verdiğimiz ayette geçen, "vicdanen kabul ettiği halde inkar etme" saplantısının açık bir örneğidir.
Charles Darwin'in örnek olarak verdiği guguk kuşlarının ve köleci karıncaların ortak özellikleri; amaçları doğrultusunda bir taktik belirlemek ve bu taktiğe uygun planlar yaparak, bunları eksiksiz uygulamaktır. Başka bir canlıyı kandırmak için taktik belirlemek, karşı tarafın zayıf noktalarını tespit ederek içten çökertecek planlar yapmak gibi özellikler ancak akıl, planlama ve muhakeme yeteneği sonucunda gerçekleşecek özelliklerdir. Oysa ne karıncalar ne de guguk kuşları akla ve muhakeme yeteneğine sahip değildirler. Bu konularda bir eğitimden geçmemişlerdir. Uyguladıkları taktikleri başkalarından da öğrenmemişlerdir. Bu konuyla ilgili bir bilgi birikimine de sahip değildirler. Hiçbir şekilde düşünme yeteneği olmayan bu canlılar sahip oldukları özelliklerle birlikte yaratılmışlardır.
Balarılarının bilinçli davranışları Darwin’i açmaza sürükleyen konulardan biridir. Ama yalnızca balarıları değil birçok canlının bilinçli davranışları, evrim teorisi tarafından açıklanamaz. Örneğin dişi guguk kuşları yumurtalarını farklı türde bir kuşun yuvasına bırakarak büyütürler. Ve bu şekilde yumurtaların bakımını başka kuşların üstlenmesini sağlamış olurlar. Yuvadaki diğer yumurtalardan önce dışarı çıkan yavru guguk kuşu –yuvaya sonradan dahil olmasına rağmen –ilk iş olarak yuvadaki diğer yumurtaları aşağıya atar. Bunu yaparken de yuvanın asıl sahibi olan kuşun yuvada bulunmadığı zamanı seçer. Yavru guguk bu şekilde kendisini garanti altına almış olur. İşte Darwin’i zorda bırakan olaylardan biri, yavru gugukların doğar doğmaz yaptıkları bu bilinçli harekettir.
Aynı şekilde bazı karıncaların başka karınca türlerinin larvalarını kaçırarak köleleştirmesi de Darwin’i çıkmaza sürükleyen hayvan davranışlarındandır. Köleci karınca olarak adlandırılan bu karıncaların en önemli özellikleri savaştıkları koloninin larvalarını çalarak, daha sonra bu larvaları kendi işlerinde kullandıları köleler haline getirmeleridir. Köleci karıncalar bunu yaparken karşı koloninin salgıladığı alarm kokusunu taklit ederek savaştıkları koloni üyelerinin paniğe kapılmasını sağlarlar. Bu sayede saldırıya uğrayan koloninin üyeleri kaçarken, köleci karıncalar da köle olarak kullanacakları larvaları ve besin depolarını ganimet olarak alırlar.
Yukarıdaki resimlerde dişi guguk kuşu (ilk resim), yavru guguk diğer yumurtayı yuvadan atarken (ikinci resim) ve yumurtanın bırakıldığı yuvanın asıl sahibi kendisinden büyük yavruyu beslerken (üçüncü resim) görülüyor.
En sondaki resimde köleci karıncalar görülüyor. Hayvanlardaki şuurlu davranışlar, canlıların tesadüfen ortaya çıktığı düşüncesini savunmaya çalışan evrim savunucularını zor durumda bırakmaktadır. Öyle ki bu konuda yaptıkları açıklamalar, evrimin geçersizliğini ortaya koyan birer itiraf niteliği taşımaktadır.
"İçgüdü" İddiasına Balarılarından Bir DarbeAynı şekilde bazı karıncaların başka karınca türlerinin larvalarını kaçırarak köleleştirmesi de Darwin’i çıkmaza sürükleyen hayvan davranışlarındandır. Köleci karınca olarak adlandırılan bu karıncaların en önemli özellikleri savaştıkları koloninin larvalarını çalarak, daha sonra bu larvaları kendi işlerinde kullandıları köleler haline getirmeleridir. Köleci karıncalar bunu yaparken karşı koloninin salgıladığı alarm kokusunu taklit ederek savaştıkları koloni üyelerinin paniğe kapılmasını sağlarlar. Bu sayede saldırıya uğrayan koloninin üyeleri kaçarken, köleci karıncalar da köle olarak kullanacakları larvaları ve besin depolarını ganimet olarak alırlar.
Yukarıdaki resimlerde dişi guguk kuşu (ilk resim), yavru guguk diğer yumurtayı yuvadan atarken (ikinci resim) ve yumurtanın bırakıldığı yuvanın asıl sahibi kendisinden büyük yavruyu beslerken (üçüncü resim) görülüyor.
En sondaki resimde köleci karıncalar görülüyor. Hayvanlardaki şuurlu davranışlar, canlıların tesadüfen ortaya çıktığı düşüncesini savunmaya çalışan evrim savunucularını zor durumda bırakmaktadır. Öyle ki bu konuda yaptıkları açıklamalar, evrimin geçersizliğini ortaya koyan birer itiraf niteliği taşımaktadır.
Evrimciler ne kadar görmezlikten gelseler de doğadaki canlıların davranışları, onların iddialarını yalanlamaktadır. Balarıları da yaşadıkları sosyal düzenle, sahip oldukları bilinçli davranışlarla evrimci iddialara darbe vuran canlılardandır.
Arı kovanlarında asla evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir "yaşam savaşı"na rastlanmamaktadır. Tam tersine arılar arasında son derece fedakar ve işbirliği içinde davranışlar vardır. Kovandaki genel düzen dikkate alınarak yapılacak bir karşılaştırma arıların akıllı, fedakar ve disiplinli davranışlarının bu canlıların kendilerinden kaynaklanmadığını, tesadüfen de oluşamayacağını anlamak için yeterli olacaktır.
Sayı olarak bir kovandaki arıların sayısı kadar insanın birarada, aynı mekanda yaşadığı ve bu kişilerin her türlü ihtiyaçlarını kendilerinin karşıladıkları düşünülecek olursa, arıların yaptıkları işin ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bir arı kovanındaki en alt limiti dikkate alarak, 20.000 kişinin birarada kapalı bir alanda yaşadığını varsayalım. Temizlik, beslenme, güvenlik ve bunlara benzer daha pek çok konuda çok fazla problem çıkacaktır. Tam anlamıyla bir düzen ancak kuvvetli bir organizasyonla yapılan işbölümünden sonra sağlanacaktır.
Kısacası arıların kurduğu düzeni insanların kurması oldukça zahmet gerektiren bir işlemdir. Oysa bir arı, hücresinden ilk çıktığı andan itibaren bu düzeni nasıl sürdüreceğini, düzendeki görevini, nerede, ne zaman, nasıl davranması gerektiğini bilir. Üstelik bu canlıları yönlendiren, onlara neler yapmaları gerektiğini bildiren başka arılar yoktur. Bu canlılar hiçbir eğitim de almazlar ama son derece disiplinli bir şekilde görevlerini yerine getirirler.
KOVANIN EN ÇALIŞKAN ELEMANLARI: İŞÇİ ARILARArı kovanlarında asla evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir "yaşam savaşı"na rastlanmamaktadır. Tam tersine arılar arasında son derece fedakar ve işbirliği içinde davranışlar vardır. Kovandaki genel düzen dikkate alınarak yapılacak bir karşılaştırma arıların akıllı, fedakar ve disiplinli davranışlarının bu canlıların kendilerinden kaynaklanmadığını, tesadüfen de oluşamayacağını anlamak için yeterli olacaktır.
Sayı olarak bir kovandaki arıların sayısı kadar insanın birarada, aynı mekanda yaşadığı ve bu kişilerin her türlü ihtiyaçlarını kendilerinin karşıladıkları düşünülecek olursa, arıların yaptıkları işin ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bir arı kovanındaki en alt limiti dikkate alarak, 20.000 kişinin birarada kapalı bir alanda yaşadığını varsayalım. Temizlik, beslenme, güvenlik ve bunlara benzer daha pek çok konuda çok fazla problem çıkacaktır. Tam anlamıyla bir düzen ancak kuvvetli bir organizasyonla yapılan işbölümünden sonra sağlanacaktır.
Kısacası arıların kurduğu düzeni insanların kurması oldukça zahmet gerektiren bir işlemdir. Oysa bir arı, hücresinden ilk çıktığı andan itibaren bu düzeni nasıl sürdüreceğini, düzendeki görevini, nerede, ne zaman, nasıl davranması gerektiğini bilir. Üstelik bu canlıları yönlendiren, onlara neler yapmaları gerektiğini bildiren başka arılar yoktur. Bu canlılar hiçbir eğitim de almazlar ama son derece disiplinli bir şekilde görevlerini yerine getirirler.
Kovandaki işlerin aksamamasında ve düzenin sağlanmasında en büyük etken işçi arılardır. Sayının çokluğu nedeniyle arı kovanlarında yapılması gereken çok fazla iş vardır. Yavru arıların bakımı, temizlik, beslenme, yiyecek toplama ve depolama, güvenlik gibi pek çok işten işçi arılar sorumludur. Kraliçe gibi dişi olan işçi arılar hücrelerinden çıkar çıkmaz, büyük bir hızla kovanın işlerine koyulurlar. İşçi arıların görevlerinin detaylarına geçmeden önce, yaptıkları belli başlı işler şöyle maddelendirilebilir:
1. Kovanın temizliği2. Arı larvalarının ve yavrularının bakımı
3. Kraliçe arı ve erkek arıların beslenmesi
4. Bal yapılması
5. Peteklerin inşası ve onarım işleri
6. Kovanın havalandırılması
7. Kovanın güvenliği
8. Nektar (bal özü), polen (çiçek tozu), su, reçine gibi malzemelerin toplanması ve depolanması
On binlerce arının yaşadığı kovandaki düzen, her bireyin üzerine düşen görevleri tam olarak yerine getirmesi ile sağlanmaktadır. Peki kovanda nasıl bir düzen vardır? Arılardaki görev dağılımı nasıldır ve neye göre belirlenmektedir?
Bu soruların cevaplarını araştıran Alman böcek bilimci Gustav Rosch yaptığı bir dizi deney sonucunda, işçi arıların kovanda aldıkları görevlerin yaşlarıyla bağlantılı olduğunu keşfetmiştir. Buna göre işçi arılar hayatlarının ilk 3 haftasında birbirinden tamamen farklı görevler alırlar.Bu dönemler;
- Birinci dönem: 1. ve 2. günBu soruların cevaplarını araştıran Alman böcek bilimci Gustav Rosch yaptığı bir dizi deney sonucunda, işçi arıların kovanda aldıkları görevlerin yaşlarıyla bağlantılı olduğunu keşfetmiştir. Buna göre işçi arılar hayatlarının ilk 3 haftasında birbirinden tamamen farklı görevler alırlar.Bu dönemler;
- İkinci dönem: 3-9. günler
- Üçüncü dönem: 10-16. günler
- Dördüncü dönem: 17-20. günler
- Beşinci dönem: 21. gün ve sonrası olarak gruplanabilir.
Gerçekte arıların görevlerinin belirlenmesinde sadece yaş etken değildir. Her arının belli sorumlulukları olmasına rağmen acil durumlarda arılar hemen görevlerinde değişiklik yapabilirler. Bu, arı kovanı gibi kalabalık bir topluluk için son derece önemli bir avantajdır. Eğer arılar arasındaki görev dağılımı katı kurallara bağlı olsaydı, beklenmeyen bir olayla karşılaşıldığında koloni zor durumda kalabilirdi. Örneğin kovana büyük bir saldırı olduğunda sadece gardiyan arılar savaşa katılsalardı, diğerleri kendi işlerine devam etselerdi elbette ki bu kovan açısından tehlikeli olurdu. Oysa böyle bir durumda koloninin büyük bir bölümü savunmaya katılır ve öncelikle kovan güvenli hale getirilir.
Aslında arıların ani görev değişimleri sağlık konusunda görev yapan bir kişinin, birdenbire mimarlık ya da mühendislik yapar hale gelmesinden farklı değildir. Burada bir karşılaştırma yapalım ve öncelikle insanlar için düşünelim. Değişik konularda görev alabilen kişiler zeki olarak nitelendirilirler. Bir insan için normal olan bu özellikler bir böcek için söz konusu olduğunda elbette durum değişmektedir. Çünkü insanlar değişik alanlarda eğitim alarak ya da belli bir tecrübe neticesinde bir bilgi birikimi ve deneyim kazanabilirler. Ama burada söz konusu olan arılardır. Arıların yetenekleri ve bilgi birikimleridir. Bunun olağanüstü bir durum olduğu açıktır. Bu durumda şu soruyu sormak gerekir: Arılardaki bilgi birikimi ve yeteneklerin açıklaması nedir? Onlara kim tarafından verilmiştir?
Arılardaki bu yeteneklerin nedeni evrim teorisi savunucularına göre ya tesadüflerdir ya da "tabiat ana"nın onlara bir hediyesidir. Evrimciler doğa ya da tabiat ana olarak nitelendirdikleri gücün arıları usta birer mimar, usta birer bakıcı, usta birer bal üreticisi haline getirdiğini iddia ederler. Oysa kuşların, böceklerin, sürüngenlerin, ağaçların, taşların, çimenlerin, çiçeklerin oluşturduğu "doğa " kavramı tesadüfleri kullanarak bir arı meydana getiremez. Bir arının kanadını, arılardaki peteklerin hepsini aynı ölçülerde altıgenlerden yapabilecek bir yeteneği, arıların üreme sistemini kısacası arının tek bir vücut parçasını bile yaratamaz.
İşçi Arıların Hayatlarındaki Önemli Dönemler Aslında arıların ani görev değişimleri sağlık konusunda görev yapan bir kişinin, birdenbire mimarlık ya da mühendislik yapar hale gelmesinden farklı değildir. Burada bir karşılaştırma yapalım ve öncelikle insanlar için düşünelim. Değişik konularda görev alabilen kişiler zeki olarak nitelendirilirler. Bir insan için normal olan bu özellikler bir böcek için söz konusu olduğunda elbette durum değişmektedir. Çünkü insanlar değişik alanlarda eğitim alarak ya da belli bir tecrübe neticesinde bir bilgi birikimi ve deneyim kazanabilirler. Ama burada söz konusu olan arılardır. Arıların yetenekleri ve bilgi birikimleridir. Bunun olağanüstü bir durum olduğu açıktır. Bu durumda şu soruyu sormak gerekir: Arılardaki bilgi birikimi ve yeteneklerin açıklaması nedir? Onlara kim tarafından verilmiştir?
Arılardaki bu yeteneklerin nedeni evrim teorisi savunucularına göre ya tesadüflerdir ya da "tabiat ana"nın onlara bir hediyesidir. Evrimciler doğa ya da tabiat ana olarak nitelendirdikleri gücün arıları usta birer mimar, usta birer bakıcı, usta birer bal üreticisi haline getirdiğini iddia ederler. Oysa kuşların, böceklerin, sürüngenlerin, ağaçların, taşların, çimenlerin, çiçeklerin oluşturduğu "doğa " kavramı tesadüfleri kullanarak bir arı meydana getiremez. Bir arının kanadını, arılardaki peteklerin hepsini aynı ölçülerde altıgenlerden yapabilecek bir yeteneği, arıların üreme sistemini kısacası arının tek bir vücut parçasını bile yaratamaz.
Birinci Dönem: Kuluçka Temizleyicisi Arılar
İşçi arılar dünyaya gözlerini açar açmaz şaşırtıcı bir şekilde kovan içindeki işlere destek olmaya başlarlar. Onlara yapacakları işi öğreten, yol gösteren eğitmenler bulunmaz. Yumurtadan ilk çıktıkları andan itibaren bilinçli bir şekilde hareket ederler. Her arının görevi bellidir. Hiçbir karışıklık çıkmadan, on binlerce arı tam bir uyum içinde hareket eder ve kovandaki düzeni kısa bir süre içinde sağlar.
Bir işçi arının kovandaki ilk görevi temizliktir. Pupadan çıkan arı hemen temizliğe başlar. Öncelikle kendi hücresinden başlayarak ilk iki gün boyunca kuluçka hücrelerini temizler. Kraliçe arı sürekli yumurtladığı için yeni hücrelere ihtiyaç vardır. Bu nedenle boşalan hücrelerin hemen temizlenerek yeni yumurtalar için hazırlanması gerekmektedir. İşçi arı temizleyeceği hücrenin içine girer bazen dakikalarca içeride kalır. Bütün hücre duvarlarını yalayarak özenle temizler. İşçi arılar kovandaki ilk iki günlerini temizlik dışında kovanı tanımak için içeride dolaşarak da geçirirler. Yaşamlarının daha sonraki bölümlerinde de işçi arılar kovanın genel temizliğinden sorumlu olacaklardır.
Hücresine ilk çıktığında arının vücudu adeta suya düşmüş gibi ıslaktır. Tüyleri birbirine yapışıktır. Öncelikle ayaklarıyla bu tüyleri düzene koyar. Bundan sonra hemen temizliğe girişir. İlk olarak kendisinin çıktığı hücreden başlamak üzere kuluçka hücrelerini temizleyerek, kraliçenin yeniden yumurtlayabileceği hale getirir.
İşçi arıların en önemli görevlerinden biri kovan temizliğidir.
Yandaki resimde larvaların boşalttıkları hücrelerin kapaklarını açarak, kraliçenin yumurtlaması için bu hücrelerin uygun olup olmadığını kontrol eden ve temizlik işiyle ilgilenen işçi arılar görülmektedir.
İkinci dönem: Larva Bakıcısı Arılar
İşçi arılar hayatlarının 3. gününden itibaren larvaları besleme işini üstlenirler. Bu konuyla ilgili her türlü detayla özenli bir şekilde ilgilenirler.
Arı larvalarının bakımı diğer pek çok canlı türüne oranla daha fazla özen ve dikkat ister. Burada önemli olan nokta larvaların beslenme şekillerinin şartlara göre değişiklik göstermesidir. Larvanın yaşı, ileride kovan içinde ne gibi bir görevinin olacağı gibi etmenler bu beslenme üzerinde rol oynar. Dadı arılar özel bir beslenme listesine uyarak larvaların bakımını yaparlar.
Arılardaki larva bakımı, larvaların yaşlarına göre iki aşamalı olarak gerçekleşir.
1) İşçi arılar hayatlarının 3.-5. günlerini "larvalardan üç gününü doldurmuş olanları" beslemekle geçirirler. Onları, polen ve balı karıştırarak yaptıkları 'arı ekmeği' adı verilen besin ile doyururlar.
3 günlük olmayan larvalar arı ekmeğini sindiremedikleri için, onları da farklı bir yiyecekle beslerler.
Kovanda bulunan larvaların her birinin beslenme şekli, yaşlarına ve kovan içinde alacakları göreve göre değişiklik gösterir. Buna rağmen işçi arılar binlerce arı larvasını hiç karışıklık çıkmadan bir düzen içinde beslerler. Hücrelerdeki larvaları gün boyunca ziyaret eden işçi arılar, larvalara son derece özenli bir bakım uygularlar.
2) Yumurtadan yeni çıkmış larvaların besinleri işçi arıların salgıladığı bir tür süttür. İşçi arılar gelişimlerinin 6. gününe girdiklerinde kafalarının üzerinde bulunan bir çift bez faaliyete geçer. Dadı bezi olarak adlandırılan bu organdan "arı sütü" veya "royal jelly" (kraliyet jölesi) adı verilen bir sıvı salgılanır. İşte bu sıvı 1-3 günlük arıların besinidir. Arı sütü bilim adamlarını hayretler içinde bırakan çok özel bir maddedir. Çünkü bir larvanın kraliçe veya işçi arı olması tamamen işçi arıların salgıladıkları bu maddeye bağlıdır. Bakıcılar, larvaları sadece yumurtadan çıktıkları ilk 3 gün arı sütü ile beslerler. Larva -yukarıda da belirttiğimiz gibi- daha sonra arı ekmeği verilerek beslenir. Ancak kraliçe adayı olan larvalara hiçbir zaman arı ekmeği verilmez. Kraliçelere diğer arılardan farklı olarak larva dönemi boyunca (6 gün süreyle) arı sütü verilir.
Üçüncü Dönem: İnşaat İşçileri Görev Başında
10. günden itibaren arılar kovan dışına çıkarak çevre hakkında bilgi edinirler. Bu onların kovanı ilk terk edişleridir. Bu arada işçilerin karnındaki balmumu bezleri gelişmeye başlar ve . günlerinde olgunlaşarak balmumu üretecek hale gelirler. Dadı bezleri ise artık faaliyetlerini durdurmuştur. günlük olan işçiler, arı yavrularını beslemeyi keserler ve birbirine eşit altıgenlerden oluşan peteğin inşaasına koyulurlar. (Bu konu son derece önemli olduğu için kitabın bundan sonraki bölümlerinde ayrıntılı bir biçimde incelenecektir.)
Arıların kovan içinde sürekli olarak petek inşa etmeleri gerekmez. Ancak yaşadıkları yer ihtiyaçlarını karşılamadığında veya başka bir yere göç ettiklerinde yeni petekler örerler. Bunun dışında balmumunu genellikle petek tamiratında kullanırlar ki, bu iş çok fazla vakitlerini almaz. Bu dönemde arılar çok önemli üç iş daha yaparlar.
Besinle yüklü bir şekilde kovana dönen arılar, topladıkları besinleri diğer arılara dağıtır ya da peteklere depolarlar.
Bunlardan ikisi, dışarıdan getirilen yiyecekleri diğer arılara dağıtmak ve petek hücrelerine depolamaktır. Arılar kovana dönen nektar toplayıcılarından balı alır, bunu aç arkadaşlarına bölüştürür veya duruma göre bal odalarına depo ederler.
Kovandaki Büyük Temizlik
İşçi arıların aynı dönemde yaptıkları üçüncü iş ise kovan temizliğidir. Temizlik, kovan sağlığı açısından çok önemlidir. Bu yaştaki arılar, hücrelerden yeni çıkan arıların geride bıraktıkları parçaları, işi biten petek kapakçıklarını, kovan içinde ölmüş olan arıların cesetlerini ve buna benzer pek çok yabancı maddeyi kovanın çıkışına sürükler ve metrelerce uçarak kovandan uzağa atarlar.
Ancak eğer kovan içinde bulunan şey taşıyamayacakları kadar büyükse bunu "propolis" adı verilen bir madde ile kaplarlar. Arılar propolisi bazı ağaçların yapışkan tomurcuklarından alt çeneleri yardımıyla kemirdikleri reçineye ağız salgılarını ekleyerek üretir. Daha sonra arka ayaklarındaki özel keselere yerleştirerek kovana taşırlar. Arı reçinası da denen propolisin özelliği içinde bakteri barınamamasıdır.
Arılar propolisin antibakteriyel özelliğinden çok isabetli bir şekilde yararlanırlar. Kovan içinde öldürdükleri ve dışarı taşıyamayacakları kadar büyük olan böcekleri propolisle kaplayarak bir nevi mumyalama işlemi yaparlar.
Arılar reçineyi yandaki çizimlerde ve yukarıdaki resimde görüldüğü gibi çenelerini kullanarak ağaçlardan kazır. Son cümle dikkatle üzerinde düşünülerek okunduğunda şaşırtıcı ayrıntılar taşıdığı görülecektir. Bu ayrıntıların tam anlaşılması için arıların propolosi kullanma şeklini ve yaptıkları işlemleri sırasıyla düşünelim.
Öncelikle arılar bir canlı öldüğünde bedeninde bozulmaların olacağını ve ortaya çıkan maddelerin kovandaki canlılara zarar verebileceğini bilmektedirler. Ayrıca bu bozulmayı engellemek için ölen canlının özel bir kimyasal işleme tabi tutulması gerektiğinin de farkındadırlar. Mumyalama işlemi için de bakteri barındırmama özelliğine sahip bir madde olan propolisi kullanmaktadırlar.
Buraya kadar sıralanmış olan bilgiler ışığında düşünerek şu soruları soralım: Acaba arılar bir canlıda meydana gelebilecek bozulmaları ve bu bozulmanın zararlı etkilerini nasıl yok edebileceklerini nereden bilmektedirler? Üstelik sadece bunları bilmekle kalmayıp propolis gibi bir maddeyi kullanıma geçirmeyi nasıl akletmiş olabilirler? Arılara bunu öğreten kimdir? Bu maddeyi arılar nasıl keşfetmişlerdir? Formülünü nasıl bulup, üretime nasıl geçmişlerdir? Bu formülün bilgisini diğer koloni üyelerine ve kendilerinden sonra gelen nesillere nasıl aktarmışlardır?
Mumyalama işlemi, antiseptik maddenin içeriği ve üretimi veya nerelerde kullanılacağı gibi konularda arıların bir bilgisinin olamayacağı ve vücutlarında bunları üretebilecekleri bir sistemi de kendilerinin meydana getiremeyeceği açıktır. Bütün bunları arılar kendi kendilerine akledemezler. Her aşamasında belli bir akıl ve bilgi gerektiren bu işlemleri arılar tesadüfen de öğrenmiş değildirler. Çünkü tesadüfler, şuurlu ve akılcı hareketler ortaya çıkaramazlar.
Bunlar, tüm bu işlemlerin nasıl yapılacağının arılara başka bir Akıl tarafından öğretilmiş olduğunu gösterir.
Propolisin Çok Yönlü Kullanımı
Arı reçinesinin (propolisin) diğer bir kullanım yeri ise kovan inşaatıdır. Arılar kovandaki çatlak ve delikleri bu maddeyle sıvarlar. Ayrıca sıcaklığın çok yüksek olduğu bazı volkanik arazilerde (İtalya'nın güneyindeki Salerno arazileri gibi) peteklerin erimemesi için, petek hammaddesi olan balmumuna reçine ekleyerek balmumunun dayanıklılığını artırdıkları da gözlenmiştir.
Kovan içinde değişik alanlarda kullanılan propolisin toplanması ve taşınması gibi konularda arılar arasında tam anlamıyla bir işbölümü vardır. Propolis taşıyan arının kovana dönüşü polen taşıyan bir arınınkinden farklıdır. Polen taşıyıcısı yükünü koymak için boş bir hücre arar. Propolis taşıyıcısı ise hemen bu maddeye ihtiyaç duyulan inşaat alanına gider ve topladığı maddeyi diğer arılara gösterir. İşçiler propolise ihtiyaç duyduklarında, taşıyıcının yanına giderler ve gereken miktarda maddeyi torbanın içinden alırlar. Hemen balmumu ile karıştırarak yapışkan bir tutkal haline getirirler ve inşaat işlemlerinde kullanırlar. Burada dikkat çekici olan nokta propolis taşıyıcısı arının inşaat işine karışmaması ve bu işle uğraşan arkadaşlarının yükünü almalarını beklemesidir.Arı kolonilerindeki her üyenin belli bir işi vardır. Herkes kendi göreviyle ilgilenir, sadece bir iş aksadığında diğer arılar aksayan işlere destek olur. Bu nedenle arı reçineyi hem toplayıp hem yamamakla veya mumyalamakla, hem de mumyaladığını dışarı taşımakla uğraşmaz. Kovandaki işçi arıların tümü bu işlerin her birini yapabilecek yeteneklere sahip olsalar da, sadece kendi işlerini en iyi şekilde yapıp, diğer işleri o konuda görevlendirilmiş arkadaşlarına bırakırlar.
İşçi arıların hayatları incelenirken unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. 5-6 haftalık yaşamları boyunca işçi arılarda gerçekleşen görev değişikliklerinin tümü vücutlarında meydana gelen değişimlere bağlıdır. Bazı bezler etkisizleşirken, yeni bezler ortaya çıkmakta ve farklı bir görev için harekete geçmektedir. Örneğin arıların petek yapma dönemlerinde balmumu bezleri gelişir, dadılık dönemlerinde ise larvalar için besin üreten bezleri gelişir. Gardiyanlık dönemleri geldiğindeyse işçi arıların vücutlarındaki salgı bezleri birdenbire zehir salgılamaya başlar. Eğer tesadüfi bir gelişim söz konusu olsaydı, pek çok problem yaşanırdı; daha doğrusu tesadüfi bir gelişimle böyle düzenli bir sistemin meydana gelmesi asla mümkün olmazdı. Örneğin larva besleme döneminde işçi arıların vücudundan arı sütü yerine zehir salgılanabilirdi. Bu durumda larvaların tümü ölür ve arıların da soyu tükenirdi. Ama bütün bu görev değişimleri sırasında hiçbir problem çıkmaz. Herşey çok kontrollü bir şekilde, kusursuz bir düzen içinde gerçekleşir.
İşçi arılar hayatlarının dördüncü dönemlerinde yine bir görev değişikliği yaşarlar.
Dördüncü Dönem: Kovan Bekçileri
Arılar hayatlarının dördüncü dönemlerinde kovan girişinde nöbetçilik yaparlar. Vücutlarında bir değişim olur; iğne bezleri gelişir ve zehir üretmeye başlar. İşte bu dönemdeki arılar, kovan kapısında nöbet tutarak davetsiz misafirlerin içeri girmesini engellerler. Gelen her canlı -arılar bile- kapıdaki nöbetçinin kontrolünden geçerek içeri girebilir. Nöbetçi arının yerinden ayrılması durumunda ise hemen başka bir işçi arı gelir ve kovan kapısındaki nöbeti devralır.
Arıların kovan bekçiliğini, sınır kapılarında giriş yapmaya çalışanlara uygulanan kontrollere benzetebiliriz. Bir ülkenin sınır güvenliği çok önemlidir. Bu nedenle alınan güvenlik önlemleri son derece fazladır. Aynı şekilde kovanlardaki güvenlik ön
ELEKTRİK DEVRELERİ
Elektrik yüklerinin üretecin bir kutbundan çıkarak diğer kutba gitmesi için oluşturulan düzeneğe elektrik devresi denir.
a) Bir Elektrik Devresinde Devre Elemanları
İletken teller , üreteç , lamba , direnç , reosta , anahtar ,ampermetre , voltmetre , elektrik tüketiciler , sigorta , transformatör , kondansatörler , diod , transistör , devre elemanlarından bazılarıdır.
Üreteç : Elektrik devresinde potansiyel farkı oluşturarak yük geçişini sağlayan elemanlardır.
Şeklinde gösterilir.
Anahtar : İstenildiğinde akım geçişini sağlayan veya kesen elemanlardır.
Şeklinde gösterilir.
Direnç : Elektrik devresinde akımın geçişine karşı koyan elemanlardır.
Şeklinde gösterilir
Reosta : Elektrik akımının şiddetini değiştirmek için kullanılır.
Şekillerinden biriyle gösterilir.
Elektrik Tüketiciler ( Almaç ) : Elektrik enerjisini değişik enerjilere dönüştürür.
AmpermetreS. AKÇAY : Akım şiddetini ölçer. Devreye seri bağlanır.
Şeklinde gösterilir
VoltmetreS. AKÇAY : Potansiyel Farkını ölçer devreye paralel bağlanır.
Şeklinde gösterilir
b) Potansiyel Farkının ölçülmesi
iki nokta arasındaki potansiyel farkı ( gerilim ) voltmetre ile ölçülür. Potansiyel farkı V ile gösterilir. Birimi Volt tur.
NOT: Seri bir devrede bütün noktalardaki akım şiddetleri eşittir. Paralel devrede bütün kollardaki potansiyel farkları eşittir.
c ) Direnç ve Ölçülmesi
Elektrik devrelerinde akımın geçişini zorlaştıran etkiye direnç denir. Direnç R ile gösterilir. Birimi Ohm () dir. Direnç Ohmmetre ile de ölçülebilir.
Akım , Potansiyel Farkı ve Direnç Arasındaki Bağıntı ( OHM Kanunu )
Bir iletkenin potansiyel farkını akım şiddetine oranı sabittir. Bu sabit oran dirence eşittir. Potansiyel farkını akım şiddetine oranına OHM kanunu denir.
Potansiyel Farkı / Akım Şiddeti = Direnç V / İ = R
Örnek : Direnci 50 ohm olan bir iletkenin üzerinden 5 Amperlik akım geçerse potansiyel farkı ne olur.
Çözüm :
R = 50 i = 5 V =? V = R. i = 50. 5= 250 volt
Örnek : İki ucu arasındaki potansiyel farkı 220 Volt olan bir iletkenden 4 amperlik akım geçerse
a) Direnç ne kadar olur.
b) Güç ne kadar olur.
Çözüm :
a) R= V / i = 220 / 4 =55 Ohm
b) P = V. i = 220. 4 = 880 Watt
Dirençlerin Renk Kodları
Dirençlerin üzerinde renk bantları bulunur. Direnç üzerindeki renkler yada bantlar direncin değerini gösterir. Soldan sağa doğru birinci renk sayının birinci rakamını ikinci renk ikinci rakamı üçüncü renk çarpan yada üslü sayıyı veriri. Dördüncü renk ise tolerans yada hata yüzdesini verir.
a) Bir Elektrik Devresinde Devre Elemanları
İletken teller , üreteç , lamba , direnç , reosta , anahtar ,ampermetre , voltmetre , elektrik tüketiciler , sigorta , transformatör , kondansatörler , diod , transistör , devre elemanlarından bazılarıdır.
Üreteç : Elektrik devresinde potansiyel farkı oluşturarak yük geçişini sağlayan elemanlardır.
Şeklinde gösterilir.
Anahtar : İstenildiğinde akım geçişini sağlayan veya kesen elemanlardır.
Şeklinde gösterilir.
Direnç : Elektrik devresinde akımın geçişine karşı koyan elemanlardır.
Şeklinde gösterilir
Reosta : Elektrik akımının şiddetini değiştirmek için kullanılır.
Şekillerinden biriyle gösterilir.
Elektrik Tüketiciler ( Almaç ) : Elektrik enerjisini değişik enerjilere dönüştürür.
AmpermetreS. AKÇAY : Akım şiddetini ölçer. Devreye seri bağlanır.
Şeklinde gösterilir
VoltmetreS. AKÇAY : Potansiyel Farkını ölçer devreye paralel bağlanır.
Şeklinde gösterilir
b) Potansiyel Farkının ölçülmesi
iki nokta arasındaki potansiyel farkı ( gerilim ) voltmetre ile ölçülür. Potansiyel farkı V ile gösterilir. Birimi Volt tur.
NOT: Seri bir devrede bütün noktalardaki akım şiddetleri eşittir. Paralel devrede bütün kollardaki potansiyel farkları eşittir.
c ) Direnç ve Ölçülmesi
Elektrik devrelerinde akımın geçişini zorlaştıran etkiye direnç denir. Direnç R ile gösterilir. Birimi Ohm () dir. Direnç Ohmmetre ile de ölçülebilir.
Akım , Potansiyel Farkı ve Direnç Arasındaki Bağıntı ( OHM Kanunu )
Bir iletkenin potansiyel farkını akım şiddetine oranı sabittir. Bu sabit oran dirence eşittir. Potansiyel farkını akım şiddetine oranına OHM kanunu denir.
Potansiyel Farkı / Akım Şiddeti = Direnç V / İ = R
Örnek : Direnci 50 ohm olan bir iletkenin üzerinden 5 Amperlik akım geçerse potansiyel farkı ne olur.
Çözüm :
R = 50 i = 5 V =? V = R. i = 50. 5= 250 volt
Örnek : İki ucu arasındaki potansiyel farkı 220 Volt olan bir iletkenden 4 amperlik akım geçerse
a) Direnç ne kadar olur.
b) Güç ne kadar olur.
Çözüm :
a) R= V / i = 220 / 4 =55 Ohm
b) P = V. i = 220. 4 = 880 Watt
Dirençlerin Renk Kodları
Dirençlerin üzerinde renk bantları bulunur. Direnç üzerindeki renkler yada bantlar direncin değerini gösterir. Soldan sağa doğru birinci renk sayının birinci rakamını ikinci renk ikinci rakamı üçüncü renk çarpan yada üslü sayıyı veriri. Dördüncü renk ise tolerans yada hata yüzdesini verir.
İletkenin Direncinin Bağlı Olduğu Faktörler ve Öz Direnç
1- Bir iletkenin direnci boyu( uzunluğu ) ile doğru orantılıdır. R & L
2- İletkenin direnci kesiti (Alanı ) ile ters orantılıdır. R & 1 / A
3- İletkenin direnci yapıldığı maddeye göre değişir.
Öz direnç ( p) : Bir iletkenin birim uzunluk ve birim kesitinin direncine öz direnç denir.
Direnç = Özdirenç . Uzunluk/ Alan R = p. L /A
Elektrik Devrelerinde Akım
1-Seri Devrede Akım
Devre elemanlarının aynı sırada ard arda bağlanarak oluşturulan devreye seri devre adı verilir. Seri bir devrede tüm noktalardan geçen akım şiddetleri birbirine eşittir. Potansiyel farkları değişebilir.
i = i1 = i2 =i3
V= V1 + V2 + V3
Seri bir devrede eşdeğer veya toplam direnç şu şekilde bulunur.
RT = R1 + R2 + R3
2- Paralel Devrede Akım
Paralel bir devrede bütün kollardaki potansiyel farkları birbirine eşittir. Akım şiddetleri değişebilir.
i = i1 + i2 + i3
V = V1 = V2 = V3
Paralel devrede eşdeğer direnç veya toplam direnç şu yolla bulunur.
3- Ana Kol ve Paralel Kollardan Geçen Akım
Ana koldan geçen akım paralel kollardan geçen akımların toplamına eşittir.
Dirençlerin Bağlanması
İletkenin Direncinin Sıcaklıkla Değişmesi
Bakır, alüminyum gibi bazı maddelerin sıcaklık arışıyla direnci artar. Karbon , porselen gibi bazı maddelerin sıcaklık artışıyla direnci azalır. Konstantan , manganin gibi alaşımların sıcaklıkla direnci değişmez.
R = R0. ( 1 + α . t )
R = toC deki direnç Ro = 0oC deki direnç α = direncin sıcaklık katsayısı t = sıcaklık
Örnek : 0oC deki direnci 100 ohm olan alüminyum telin 50oC deki direnci kaç ohm olur. (α = 4. 10-3 )
Çözüm :
R = R0. ( 1 + α . t ) = 100. ( 1 + 4. 10-3 . 50 ) = 120 ohm
Elektrik Devrelerinin Emniyeti
Elektriği kullanırken gerekli şartlar sağlanmazsa insanlar ve araçlar zarar görebilir. Yangınlar çıkabilir. İnsanların yaralanmasına veya ölümüne yol açabilir. elektrikli aletlerin bozulmaması için üzerinde belirtilen akım ve gerilim değerine göre kullanılmalıdır.
Elektrik Sigortası
Akımın istenilen sınırın üstüne çıkmasını önlemek için kullanılan araçlara sigorta denir. Sigorta seri olarak bağlanır. Sigortalar eriyen ve otomatik olmak üzere iki çeşittir.
Kısa Devre : Bir elektrik devresinden geçen akım devre elemanlarını dolaşmak yerine kısa yoldan geçmesine kısa devre denir.
Bakır, alüminyum gibi bazı maddelerin sıcaklık arışıyla direnci artar. Karbon , porselen gibi bazı maddelerin sıcaklık artışıyla direnci azalır. Konstantan , manganin gibi alaşımların sıcaklıkla direnci değişmez.
R = R0. ( 1 + α . t )
R = toC deki direnç Ro = 0oC deki direnç α = direncin sıcaklık katsayısı t = sıcaklık
Örnek : 0oC deki direnci 100 ohm olan alüminyum telin 50oC deki direnci kaç ohm olur. (α = 4. 10-3 )
Çözüm :
R = R0. ( 1 + α . t ) = 100. ( 1 + 4. 10-3 . 50 ) = 120 ohm
Elektrik Devrelerinin Emniyeti
Elektriği kullanırken gerekli şartlar sağlanmazsa insanlar ve araçlar zarar görebilir. Yangınlar çıkabilir. İnsanların yaralanmasına veya ölümüne yol açabilir. elektrikli aletlerin bozulmaması için üzerinde belirtilen akım ve gerilim değerine göre kullanılmalıdır.
Elektrik Sigortası
Akımın istenilen sınırın üstüne çıkmasını önlemek için kullanılan araçlara sigorta denir. Sigorta seri olarak bağlanır. Sigortalar eriyen ve otomatik olmak üzere iki çeşittir.
Kısa Devre : Bir elektrik devresinden geçen akım devre elemanlarını dolaşmak yerine kısa yoldan geçmesine kısa devre denir.
Yıldırımdan Nasıl Korunuruz? Yıldırım ve Yıldırımdan Korunma Yollari
Gökyüzünde yılda 3 milyar şimşek veya yıldırım oluşmaktadır. Bir diğer deyişle yılın herhangi bir zamanında dünyanın üstünde 2000 yıldırım bulutu vardır ve dünyamıza her saniyede 100 yıldırım düşmektedir. Güçlü bir fırtına, Hiroşima'ya atılan atom bombasından 100 kat daha fazla enerji açığa çıkarmaktadır.
Kim bilir? Belki bir gün gelecek yıldırımları da enerji kaynağı olarak kullanmayı öğreneceğiz.
Bu gök olayı insanlığın ilk tarihinden itibaren ilahi bir işaret olarak görülmüştür. Yıldırım düşmesi insanlar için tehlikeli olmasına rağmen insan yaşamına faydası da vardır. Yıldırımlar yeryüzündeki bitkiler için faydalı maddeler olan nitratlar ve oksijenin de yeryüzüne inmesine neden olurlar.
Her şey güneş ışıkları ile yeryüzünde ısınan havanın yükselmesi ile başlıyor. Tabii içinde buharlaşan suyu da yukarı taşıyarak. Bu yükselen hava yaklaşık 2-3 kilometreye ulaşınca havanın soğuk katmanlarına rast geliyor. Soğuk havalarda nefes verince nefesimiz nasıl buharlaşıyorsa aynen o şekilde buharlaşı-yor ve gördüğümüz bulutu oluşturuyor. Bu bulutlar daha sonra hava akımları ile 20.000 metreye kadar tırmanabiliyorlar.
Aslı tam bilinememesine rağmen bulutların bu yükselişleri sırasında içlerinde oluşan buz kristallerinin birbirlerine sürtünerek bir statik elektrik enerjisi açığa çıkardıkları öne sürülüyor. Bu elektrik enerjisi bulutların üst katmanlarında pozitif(+), alt katmanlarında ise negatif(-) yüklü olarak birikiyor. Bulutun içindeki yük havayı iyonize edecek güce ulaştığında şimşek oluşuyor.
Aslı tam bilinememesine rağmen bulutların bu yükselişleri sırasında içlerinde oluşan buz kristallerinin birbirlerine sürtünerek bir statik elektrik enerjisi açığa çıkardıkları öne sürülüyor. Bu elektrik enerjisi bulutların üst katmanlarında pozitif(+), alt katmanlarında ise negatif(-) yüklü olarak birikiyor. Bulutun içindeki yük havayı iyonize edecek güce ulaştığında şimşek oluşuyor.
Yağmur bulutlarının alt yüzeylerindeki büyük negatif yük içindeki elektronları iterek orayı da pozitif yüklü hale getiriyor ve bu yük saniyede 1000 kilometre hızla toprağa iniyor, yani kısa devre yapıyor. Yıldırımın bu andaki ısısı 30.000 derece olup güneşin yüzeyindeki ısının 5 katı kadardır.
Yıldırım düşerken çok şaşırtıcı bir şey oluyor. Yerden de buluta doğru bir boşalma oluyor. Yerden 100 metre yükseklikte bu iki akım birleşiyor ve iletkenliği çok fazla olan bir koridor oluşuyor. İşte bundan sonra yıldırımı hiçbir şey durduramaz, pozitif yük hızla buluta doğru onu nötr hale getirmek için yükselir, îşte yıldırımın havadan yere mi, yoksa yerden havaya mı oluştuğunu yaratan soru bu.Bu koridordan yerden göğe doğru neredeyse ışık hızının üçte biri hızla yükselen akını yıldırımın göze gelen şiddetli ışığını da yaratır. Ardından yine yukardan yere iner ve iki taraf arasındaki potansiyel farkı sıfırlanana kadar bu olay 10-12 kez tekrarlanabilir.
YILDIRIMDAN KORUNMA YOLLARI
Gelen bir yıldırım darbesine karşı korunması istenilen binalar,bina grupları ve belirlenmiş alanlar genel olarak üç şekilde korunabilir.
a)Franklin çubuğu
b)Faraday kafesi
c)Paratonerler(elektrostatik,piezoelektrik ve radyoaktif)
Franklin çubuğu korunacak yerin en yüksek noktasına sivri bir çubuk yerleştirme prensibine dayanan koruma sistemidir.Bu çubuk en kısa yoldan indirme iletkeni ile topraklama tesisatına bağlanmaktadır.Bu yöntemle geniş alanları hatta binaları korumak mümkün değildir.Günümüzde özellikle minareler,kuleler ve bacalar gibi küçük boyutlu alanlarda kullanılmaktadır.
Faraday kafesi ile korunması istenilen bina en yüksek yerlerinden toprağa kadar devamlı ve kesiksiz iletkenlerle(yatay ve düşey)sarılmaktadır.Faraday kafesi yönteminin yeterli olması için,korunacak cismin birçok yerinden paket bağlar gibi iletken tellerle sarılması gerekmektedir.Bu yöntemin çok pahalı olması ve bina cephesine verdiği çirkin görünüm ile çatıdaki tahribat sebebiyle günümüzde kullanışlı olmamaktadır.
Paratonerler içinde bugün en çok tercih edilen modeli aktif Radyoaktif paratonerlerde,radyoaktif kaynak kullanıldığından günümüzde yasaklanmıştır.
Paratonerler içinde bugün en çok tercih edilen modeli aktif Radyoaktif paratonerlerde,radyoaktif kaynak kullanıldığından günümüzde yasaklanmıştır.
Piezoelektrik paratonerlerin isminden de anlaşıldığı gibi piezoelektrik seramiklerin çalışma prensibinden istifade edilerek geliştirilmiştir.Piezoelektrik seramikler elektrik enerjisini mekanik enerjiye(titreşime),mekanik enerjiyi de(titreşim uygulandığında)elektrik enerjisine çevirir.
Elektronik cihazlardaki kristalli filtre ve asilatör yapımlarında da piezoelektrik seramikler kullanılmaktadır.
Bu seramikler kurşunzirkotitanat denilen çok sert bir malzemeden oluşmaktadır.Bu seramiklerin yüzeyleri değişik şekil ve malzemelerle(altın,nikel gibi)kaplanarak elektrot uçları elde edilmektedir.
Bu seramikler kurşunzirkotitanat denilen çok sert bir malzemeden oluşmaktadır.Bu seramiklerin yüzeyleri değişik şekil ve malzemelerle(altın,nikel gibi)kaplanarak elektrot uçları elde edilmektedir.
Elektrostatik paratonerler;yakalama çubuğu etrafında iyonize edilmiş bir hava akımı teşekkül ederek,koruma alanı içindeki yük boşalmalarının kendi üzerinden olmasını kolaylaştırır.(bir başka deyişle yıldırımı kendi üzerine çeker.)
Yıldırımdan korunmanın en iyi yolu gökgürültüsü ilk duyulduğu andan itibaren kapalı bir ortama girmek ve son gökgürültüsünden sonra 30 dakika gecene kadar iceride kalmakdır. Ağaçlar bulundukları yerde en sivri cisim oldukları icin daha fazla yıldırıma maruz kalır.
Bulut ve yer arasındaki yük farklılığı, ikisi arasında yaklaşık 10,000 Volt'a ulaşan bir elektrik potansiyeline sebep olabilir. Kuru havada elektrik akımı oluşmaz, çünkü hava iyi bir elektriksel yalıtkandır. Bu doğal yalıtım, elektrik akımını havanın yalıtımının üstesinden gelmeye yetecek kadar büyümedikçe elektrik akımını engeller.
Bulutla yer arasındaki elektriksel potansiyel aşamalı olarak artar. Bu potansiyel 3,000,000 Volt'u aştığında havanın yalıtıcı özelliği kırılır ve elektrik akışı başlayarak yıldırım oluşur.
Diğer bir deyişle tek bir yıldırım çok büyük elektrik akımı olusturabilir ve yıldırım çarptığında hayvanlar ve insanlar elektrikle yüklenebilirler. Bu nedenle lastik ayakkabı veya otomobil lastiği yıldırım icin koruyucu değildir. En kötü iletken olan havanın kilometrelerce kalınlıktaki tabakasını dahi aşıp geçebilen yıldırım, bir-iki santimlik lastikten de cok rahat geçebilmektedir. Faraday kafesi gibi üstü kapalı otomobiller yıldırımdan korunmak için bulunulabilecek (binalardan sonra) en güvenli yerlerden biridir.
KEDİNİN YAŞAM DÖNGÜSÜ
Kediler keşke daha uzun yaşalar. Her güzel şey gibi ne yazık ki kedilerin de ömrü kısadır. Bir kedi ortalama 12-15 yaş arasında yaşar. Ama daha uzun yaşaması da elbette mümkündür.
Kedimveben.com okuyucularından Yıldız Belger Hanım�ın keyifli kedisi Musti bize resmi iletildiğinde 21 yaşındaydı. Kedilerin uzun yaşaması bakıma, beslenmeye ve tabii ki kendi doğasına bağlıdır.
Ama bir kedinin ortalama hayat süresini 12 yıl sayar isek bu evredeki aşamaları 3�e ayırabiliriz ;
- Çocukluk
- Yetişkinlik
- ve Yaşlılık
Çocukluk Dönemi
Doğumdan bir yaşa kadar süren dönemdir. 1 yaşını doldurmuş bir kediyi 12-14 yaş arasındaki bir ergen gence benzetebilirsiniz. Yani gençkızlık ya da delikanlılık dönemine girilmiştir. Yeni doğmuş bir kedi 5-6 haftalık olana dek anne sütüne muhtaçtır. Daha sonra ise annesinin korumasında sosyalleşmeye ve kedi davranışlarını öğrenmeye başlar. Şaşılacak derecede kediler annelerinden ya da yaşadıkları diğer kedilerden huy ve davranış kaparlar. Erginleşme ise erkek kediler de 6 ila 8 aylıkken, dişi kedilerde ise 4 ila 6 aylıkken gerçekleşir. Bu sebeple kısırlaştırma erginleşmenin sonunda yapılmalıdır. Ama kedinizin biraz daha büyümesini istiyorsanız kısırlaştırma kedinizi kontrolünüz altında tuttuğunuz takdirde 1-2 yaş arasında da yapılabilir. Çocukluk Dönemi, oyun ve yaramazlık dönemidir. Kediler bu dönemde oral dönem, anal dönem bir çok evre geçirirler ve her türlü organları ile çevrelerini, yaşamı tanımaya çalışırlar. Oyun içinde ısırıklar ve tırmalamalar bu evrenin vazgeçilmez aksiyonlarındandır. Bu dönemde kediler büyümek ve serpilmek için içeriği zengin yiyeceklere ihtiyaç duyarlar ve yediklerini de hızla enerjiye çevirirler. Yavru bir kedi ile oynayan yetişkin bir insan kısa sürede pes etse de yavru kedi hala oyunun devamında ısrarcı olur. Ayrıca temel aşıların da bu dönem içinde tamamlanması lazım gelir.
Yetişkinlik Dönemi
1 yaştan 6 yaşın bitimine kadarki dönemi kapsar. Artık ağırbaşlı olmanın başlangıcındayızdır. Yavaş yavaş karizma ve tarz gelişir. Çevreye kafa tutma, diğer kedilere ve insan dostlarına kendini kanıtlama da tam bu döneme denk düşer. Eskisi gibi her çağrıldığında gelmez. Kendine ait bir ajandası vardır ve bu ajanda herşeyden önceliklidir. Eğer başka kediler de varsa egemenlik savaşları yakınlardadır. Beslenme tarzı da bu dönemde yavaş yavaş değişir. Artık seçilen kuru mamalar çocuk (juniour) için değil yetişkin (adult) için olmalıdır. Çocuklara yönelik kuru mamalar lezzetleri sebebi ile yetişkin kedilerce ilgiyle karşılansa da yetişkin bir kedinin sindirimi açısından daha zor olan bu türden kuru mamalar sadece çocukluk döneminde kullanılabilir. Yetişkinlik Dönemi süresince kedilerin enerjileri eskisine oranla yavaş yavaş azalır. Oyun ve eğlence bu dönemin de yine baş tacıdır ama çocukluk dönemindeki kadar bir aktivite görülmez.
Yaşlılık Dönemi
7 yaşından itibaren kedilerin yaşlılık dönemine girdikleri kabul edilir. Bu dönemin en belirgin özelliği aktivitelerdeki hareket azalmasıdır. Ama oyun her dönem için kedilerin sevdiği bir şeydir. (Eğlence hayat boyudur.) Yaşlılık, ne yazık ki, insanoğlunda da olduğu gibi kedilerde de hastalıkların ve fiziksel sıkıntıların yavaş yavaş nüksettiği bir dönemdir. Bu sebeple düzenli doktor kontrolleri bu dönemdeki kediler için aksatılmamalıdır. Yeme alışkanlıkları da değişmeye başlar. Yaşlanma ile kediler çok seçici olurlar. Bunun bir sebebi tat ve koku alma duyularının keskinliğindeki görece azalma olduğu kadar diş ve ağız yapısının eskisine oranla daha hassas hale gelmesidir. Su kaybı bu dönem için çok önemli bir sorun teşkil edebilir. O sebeple kuru mamalar (seniour grubu) yaşlılık döneminde bir süre devam ettirilse de yavaş yavaş yaş mamalara geçilmesinde fayda vardır. Yaş mamalar içerdikleri su sebebi ile su içmek konusunda isteksiz davranan yaşlı kedilerin su ihtiyacını bir ölçüde karşılarlar. Çok iştahsızlık söz konusu olduğunda ise kedi dostlarının mutfağa girip kedilerinin tekrar iştahlarını açmak için ciğer, balık, kızarmış tavuk gibi yüksek aromalı yemekler hazırlaması gerekir. Yaşlılık, anlayış ve nezaket ister. Özellikle yaşlı kediler uyuma saatlerinde daha sessiz ve sakin ortamları tercih ederler ve günlük yaşam rutinlerine de saygı duyulmasını beklerler.
Aşık Veyselin deyişiyle yaşam uzun ve ince bir yol, bizler için de kediler için de. Dileriz her canlı için sağlık ve mutlulukla yaşansın...
Camın Geri Dönüşümü ve Çevre-Araştıralım Hazırlanalım Ödevi
Günümüzde sanayileşmiş ve kalkınmakta olan ülkelerin en önemli sorunlarından biri “ çevre kirliliği”dir. Ülke gereksinimlerini, kalkınma ve sosyal yaşantısının getirdiği talepleri karşılamak için sanayi sürekli yeni ürünler üretmek durumundadır. Ancak bu talepler karşılanırken temiz ve az atık üreten teknoloji ve ürünlerin seçimi, doğayı ve insan sağlığını tehdit etmeyecek hammaddelerin tercih edilmesi, doğal kaynakların yüksek verimlilikle kullanılması ve üretilecek ürünlerin işlevlerini tamamladıktan sonra kirlilik kaynağı olmayacak şekilde yeniden değerlendirilebilmesi bakımından artık evrensel bir sorumluluktur. Çevre kirliliğine bir bütün olarak bakıldığında kirliliğin ortadan kaldırılması yerine kirlenmenin önlenmesi ve en akılcı çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan faaliyetleri sonucu oluşan “çöp” adı verilen katı atıklar imha edilecek çöp olan kısımlarının yanı sıra her zaman geri kazanılarak hem çevre korunmasına hem de ekonomiye katkıda bulunacak bir kısım da içermektedirler. Bu amaçla kullanılan katı atıklar genellikle ambalaj (metal, cam, kâğıt ve plastik ) atıklardır. Bu yeniden değerlendirilebilir atıklar uygun prosesler üretimde ikincil hammadde olarak kullanılmakta üzere hazır hale getirilirler. Bunlardan cam ambalaj atıkları halen dünyada birincil hammaddelerin yanında üretimde en yüksek miktarda kullanılan malzemedir.
İnsanoğlunun çevreyle ilişkisi yapma, yıkma, yaptığını yeniden yapma ve bununla birlikte öğrenme süreci içinde gerçekleşmiştir. Sanayileşme ve nüfus artışıyla birlikte insanın çevreyle etkileşimi farklı boyutlar kazanmıştır. Çevreyle bu etkileşimler atıkların oluşmasına neden olmaktadır ve çevre kirliliği ortaya çıkmıştır. Atıklar için çeşitli bertaraf yöntemleri kullanılmaktadır. Fakat bu çoğu zaman yeterli olmamaktadır. Farklı yollar araştırılmaya başlanmıştır. Son dönemlerde çöpün azaltılmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Atık azaltılmasında en ekonomik ve yararlı yöntem atığın geri dönüşümüdür. Atıkları kaynağında ayırmak geri dönüşüm verimini arttırır. Geri kazanma sürecine giren atıklar yeniden kullanılır hale gelir. Geri dönüşüm önemli ölçüde ekonomik ve çevre kazançları oluşturur.
Günümüzde, endüstrileşmenin getirdiği olumsuz sonuçların atık oluşumunda büyük artışların geldiği görülmektedir. Atık üreten toplum şeklinde nitelendirdiğimiz bu oluşumunun olumsuz etkilerini giderilmesine iki yol benimsenmiştir. Bu atıklar ya imha edilmekte ya da yeniden değerlendirilmektedir.
Günlük hayatta en çok karşılaştığımız cam, doğal hammaddelerin karışımlarının ergitilmesiyle elde edilir. En önemli hammaddesi yer kabuğunun % 60’ını oluşturan silikadır ( SiO2 ). Diğer önemli hammaddeler; tuz yataklarının buharlaşmasıyla oluşan sodyum karbonat( Na2CO3 ), soda (Na2O ) ve deniz organizmalarının fosilleşmesiyle kalıntılarının fosilleşmesi ile oluşmuş kireç taşıdır (CaCO3 ). Kuma soda ( Na2CO3 – Na2O ) ilavesi, normal olarak 1723oC’ta ergiyen silikanın 900oC’ ta bile ergimesini sağlar. Kireç taşı ise camın sertliğini ve kimyasal dayanımını arttırır.
Cam geleneksel olarak “kristallenmeden katı hale soğutulmuş bir “inorganik ergime ürünü olarak” olarak tarif edile gelmişse de bugün bu ifade günlük hayatta sık kullandığımız pencere camı, cam kaplar, ampul camı, cam mercekler gibi geleneksel camı tanımlamak için yeterli olmakla birlikte, camı genel anlamda ele aldığımızda yetersizdir. Çünkü bilimdeki gelişmeler sonucu bugün ergitmeden başka yöntemlerle de cam elde etmek mümkün olduğu gibi, gliserol v.b. birçok organik maddenin de camsı yapıda soğutulabileceği anlaşılmıştır.
Kullanım amacına göre pek çok cam çeşitlendirilebilir. Uygulama yerlerine göre camlar :
- Renkli camlar
- Buzlu camlar
- Pencere camı
- Emniyet camları
- Cam elyafı
- Telli cam
- Optik cam
- Silis camları gibi
Cam yapılarda geniş kullanım alanına sahip bir yapı malzemesidir. Bunları levha camları, cam duvar blokları, cam döşeme blokları, cam çatı örtü malzemesi, U profili camlar, cam mozaik, cam lifler ve cam köpüğü olarak sıralanabilir.
Ambalaj, içine konulan ürünü en iyi şekilde koruyan temiz kalmasını ve taşınmasını kolaylaştıran, istediğimiz miktardaki ürünü saklayabileceğimiz değerli bir malzemedir. Cam, metal, plastik, kağıt ambalajlar günümüzde çoğunlukla kullanılanlardır. Bunlar arasında önemli yeri olan cam ambalajlar bilinen en eski ambalaj maddesidir. Cam üretiminde doğal hammaddeler birincil kaynakları oluştururken kırık cam şişe, kavanozlar ikincil hammaddeyi oluşturur. Fabrikalarda cam kırıkları tekrar şişe ve kavanozlara dönüştürülür. Cam ambalaj böylelikle sürekli fayda yaratan bir faaliyetin konusu haline gelir. Sonsuz kez eritilip yeniden biçimlendirildiğinden cam malzeme ambalaj atıkları içinde geri dönüşümle değerlendirilmeye en yatkın olandır. Değerlendirilebilir atıklardan yalnızca cam çok az bir kalite kaybıyla tekrar kullanılır. Cam ambalaj üretiminde geri kazanılmış cam kullanılarak büyük ölçüde enerji tasarrufu sağlanır.
Günlük pek çok alanda kullandığımız cam atık haline geldiğinde geri kazanımı önemli bir süreçtir.
Cam Geri Dönüşümünün Genel Durumu
Toplumumuzda cam geri dönüşümü 1970’li yılların başında başlayıp bugünde devam etmektedir. Başlangıçta düşük miktarlarda olan geri dönüşüm bugün için yaklaşık 70 bin ton düzeyinde seyretmektedir. Bu miktar 1991 yılında çıkarılmış olan katı atıkların kontrol yönetmeliği çerçevesinde zorunlu geri kazanım kotaları kapsamında ulusal bazda toplanmakta olan cam ve diğer ambalaj malzemelerinin üçte ikisine denk gelir, aynı zamanda da her yıl yurt içinde piyasaya sürülen toplanması gereken ambalajın üçte birini oluşturmaktadır. Bu miktar toplam geri dönüştürülebilir yurt içi cam ambalaj satışının %36’lık bir kısmıdır. Türkiye ambalaj geri kazanımında cam bu oranla en büyük paya sahiptir. Genel bir ifadeyle piyasada ger üç şişeden biri, geri dönüştürülmüş cam malzemeden imal edilmiştir. Bu oran batı Avrupa ülkelerinin çoğunda çok daha yüksek düzeydedir. Avrupa’da ortalama olarak piyasaya sürülen her iki şişeden biri, ikincil hammadde cam kırığının girdi olarak kullanılmasıyla üretilmiştir.
Cam geri dönüşüm faaliyetinde toplama işi darbeli kasa üstü vinçli kamyon aracılığıyla gerçekleşmektedir. 4-5 ton cam ambalaj atığı toplamak için kumbaralara gidilmektedir. On Büyükşehir olmak üzere 176 belediyede, 4000 adet kumbara ile yürütülen “kaldırım kenarı” toplama faaliyeti yılda 7000 ton cam ambalaj atığının geri kazanılmasını sağlamaktadır. Bu miktar 70 bin ton seviyesindeki toplam geri kazanım içinde düşük bir oranı ifade etse de tüm dünyada cam ambalaj atığına en uygun tedarik kanalı olarak öne çıkmış olan sistemin ülkemizde sadece son beş yıl içinde göstermiş olduğu performans olarak değerlendirildiğinde miktar önemli seviyeye ulaştığı söylenebilir.
Cam ambalaj atıklarının yaklaşık yarısı şehir çöplüklerinden olmak üzere % 25’i dolumculardan, %15’i semt hurdacılardan, %10’u 176 belediyede kent içine yerleştiriliş 4000 adet cam şişe kumbaralarından temin edilmektedir.
Cam ambalaj için diğer malzemelerden farklı olarak çöplüklerin en büyük kaynak olması bu konuda son zamanlarda meydana gelen gelişmelerin takından izlenmesi gereğini doğurmaktadır. Bilindiği gibi geleneksel çöplükler depolamalı değil, dökmeli olduğundan çöp sahasına dökülen malzemenin içinden değerlendirilebilenler çöp müteahhidinin işçilerince hemen ayrılmaktadır. Oysa modern depolama yapan öteki yerlerde olduğu gibi İstanbul’da 28 belediyeye ait 1500 civarında kamyon ile atıklar 8 transfer istasyonuna getirilirler ve uzun mesafeli sıkıştırmalı kamyonlara aktarılarak Şile’deki Büyükşehir sahasına hemen gömmeli depolama işlemi için gönderilirler. Bu nedenle modern çöplüklerde ayırma yapılmamaktadır. Geleneksel çöplüklerde ise ayırmacılar tarafından ayrılan atıklar daha sonra hurdacılar kanalıyla gerektiğinde işleme tesislerine gelir veya direk olarak yeniden üretim için fabrikalara sevk edilir.
Değerlendirilebilir atıkların son derece sağlıksız ve ilkel koşullarda çöp sahalarından ayrıştırılarak toplanması şeklindeki bir uygulama gelişmiş ülkelerde mevcut değildir. Gelişmiş ülkelerde kaynakta ayırma yolu benimsenmiştir. Yukarıda sözü edildiği gibi son yıllarda modern depolama sahalarına geçişle birlikte değerlendirilebilir atıkların toplanmadan gömülmesi söz konusu olduğundan özellikle cam geri dönüşümüne olduğu gibi kaynakta ayrı toplama dışında bir geri kazanım yolu kalmamıştır.
Cam Ambalaj Üretiminde Cam Kırığı Kullanımı
Birincil hammadde ve cam kırığından oluşan harman denilen karışıma genellilikle %1’in üzerinde giren bileşenler, ana bileşenleri oluşturur. Bunlar kum, kuvarsit, kalker, dolomit, felspat, soda, boraks, asit borik, kolemanit, potasyum karbonat ve ikincil hammadde olarak da cam kırığı bu grupta yer alır. Genellikle harmanda %1’in altında maddeler yardımcı maddeler olarak adlandırılır. Cam kırığına cam ambalaj üretiminin esas hammaddesi denilebilir. Çünkü girdide oransal olarak en azından Batı Avrupa da birincil hammaddeyi geçmiştir. Üretimde %40-66 oranında cam kırığı ilavesi hem cam kalitesini arttırmakta hem de maliyeti düşürmektedir. Artan talep ve uygun teknolojilerle cam kırığının payı girdi içinde %100’e ulaşabilmektedir.
Üretimde kullanılacak hurda camlar eğer fabrika içi kırık ise üretime katılmadan önce boyutları küçültülür. Kırılan bu camlara “cam kırığı” denir. Eğer cam üretiminde tüketim sonrası cam ambalaj atığı kullanılacaksa bunlar; plastik, kağıt, metal ve seramik gibi malzeme katışıkları içermemeli, renklerine göre flint( renksiz cam ), bal rengi ve yeşil olarak ayrılmalıdır. Cam kırığı hazırlama işlemlerinden sonra kırıklar ergitme işlemine hazırdır. Sektörde böylece elde edilen ikincil hammaddeye fırına hazır cam kırığı denir. Cam kırıklarının ergime sıcaklığı ve süresi birincil kaynaklara göre daha düşük ve kısa olduğundan cam kırığı ile üretimde %20’nin üzerinde hammadde ve enerji tasarrufu sağlanabilmektedir. 1970’lerden buyana 1 milyon tonun üzerinde cam ambalaj atığı toplanarak yenilenemeyen doğal kaynaklardan 1,5 milyon ton hammadde ve 30 bin tonun üzerinde de fosil yakıt tasarrufu sağlamıştır. Ayrıca soda ve kireç taşının karbonat olması bunların ergime sırasında dekompoze olmasına neden olmakta ve CO2 gazı açığa çıkmaktadır. Oysa cam kırığı kullanımında böyle bir durum oluşmadığından hem sera gazı emisyonu söz konusu olmamakta 1 ton cam 1,2 ton birincil hammadde tasarrufu sağlamaktadır.
Atık camlar yada cam kırıkları, ergitme işleminin yapılacağı fırına , harman içine katılarak beslenir. Cam kırıklarının saflığı, birincil hammadde saflığı kadar önemlidir. Mesela, manyetik ayırımı iyi yapılmamış ise cam kırıkları cam kırıkları birincil hammaddeye göre daha yüksek oranda demir içerebilir. Bunlar da ürünün kalitesini renk bakımından olumsuz etkilerler.
Genel kural olarak üretimde kullanılacak her %10’luk cam kırığı ilavesi, enerji sarfiyatını %2-3 oranında düşürmektedir. Buna karşı üretim için hazırlanan kompozisyona %60’dan fazla cam kırığı ilave edildiğinde bu durum geçersiz olabilir. Cam kırığının ön ısıtılması potansiyel enerji sarfiyatını azaltır. Bu tür sistemlerde ön ısıtmada cam kırıkları 400oC’nin üzerinde ısıtılır. Cam kırıkları fırına şarj işlemi yapılmadan hemen önce ilave edilir. Harmana büyük miktarda cam kırığı ilave etmek gerekirse harmanla birlikte ön ısıtma yapmakta mümkündür. Günümüzde fırına hazır cam kırığı kalitesinin yükseltilmesi çalışmalarına katışık ve kirliliklerin uzaklaştırılmasının yanı sıra ince tane fraksiyonların pulverize edilmesi yoluyla da çözüm bulunmuştur. Bu yolla elde edilen cam tozu başta taş olmak üzere birçok cam hatasını elimine eder ve kullanılan fırının ömrünü arttırır. Ancak öğütme işleminin yüksek maliyetli oluşu bu alanda yaygınlaşma olmamasının en önemli nedenidir.
Özetlemek gerekirse hammadde olarak ikincil kaynakların kullanılması durumunda aşağıdaki olumluluklar sağlanır.
- Oransal olarak hana kirliliğinde %20, su kirliliğinde %50’lik bir azalma görülür.
- Geri dönüştürülen her 1 ton cam 1,2 birincil hammadde tasarrufu sağlar
- Ortaya çıkan atık miktarı ve buna bağlı olarak da atık depolama saha gereksinimi azalır.
- 1 ton cam kırığının ergitilmesi için gereken enerji 1 ton hammaddenin ergitilmesi için gerekenden %25-30 oranında az olduğunda bu oranda enerjiden tasarruf sağlanır. Ayrıca cam kırığının teorik olarak sonsuz kez geri dönüştürülebilir olması da önemli bir avantajdır.
Cam Kırığı Kaynakları
Cam kırığı kaynakları en başta işlete içi ve dışı oluşmak üzere iki ana başlık altında toplanır. Dış kırığa ekolojik kırıkta denir. Cam kırıkları kaynakları şeması tablo’de gösterilmiştir.
Tablo: Cam kırıkları kaynakları
Şemada da görüleceği gibi başlıca kaynaklar şunlardır:
- Kentsel atıklar ( cam ambalaj atıkları halinde )
- Füzyon atığı camlar yada tamirdeki fırınların camları
- İmalat makinelerinden çıkan ıskarta cam kırıkları
- Ambar kırıkları (iç kırık )
- Dolumculardan gelen ıskarta cam kırıkları
- Kumbara kaynaklı cam ambalaj atıkları
- Çöplük kaynaklı cam ambalaj atıkları
Cam Kırığı Kullanımının Dezavantajları
Üretimde cam kırığı kullanılması ile elde edilen avantajlar olduğu gibi dezavantajlar da vardır. Bu dezavantajlara bakıldığında şu hususlar göze çarparlar.
Cam kırığı kullanımının başlıca dezavantajı cam üreticilerinin kendi ürettikleri kompozisyondaki camları kullanmak istemektedir. Çünkü istenmeyen bileşenlerin; özellikle demir ve alüminyum gibi metallerin normal üstü varlığı ve bunların harmana katılması sadece üretilen cama değil aynı zamanda da fırına da olumsuz etki yapabilirler.
Cam ambalaj atığı bol ve ucuz olmasına rağmen, toplama, ayırma, hazırlama ve depolama yerlerinde cam ambalaj üretim tesislerine nakli maliyeti çok arttırır. Cam kırığı, düşük ekonomik değeri olan hurda cam olarak tanımlanmakta ve geri dönüşümü için çevreci ekonomik özendirmelere ihtiyaç duyulmaktadır.
Kaynağında ayrı olarak toplanan cam malzeme cam ambalaj üretiminde bazı sorunlara yol açabilir. Bunların başında malzemenin taşlı ve uygun boyut dağılımında olmaması, metal katışıklarının limitler üstü mevcudiyeti gelmektedir. Bu nedenle hazırlama işlemlerinin yapılması gerekmektedir.
Üretimde Kullanılan Cam Kırıklarında Aranan Özellikler
Harmanın ergitilmesini etkileyen faktörler incelendiğinde fırına katılma şeklinin yanı sıra tane boyut dağılımı, bileşen ve kimyasal kompozisyonu belirleyici bir rol oynamaktadır.
Cam kırığı fırınlarda ticari olarak kullanılabilmesi için kimyasal kompozisyonu açısından uygun flint, bal ve yeşil gibi renk ayrımı yapılmış, kirliliklerden, organik ve metalik katışıklardan arındırılmış, uygun şekilde boyutlandırılmış olmalıdır.
Cam üretiminde cam kırığı kullanımının artışına paralel olarak, fırına en uygun özellikte cam kırığı hazırlayabilen tesisler artık yaygın bir biçimde kurulmaktadır. Tablo 4.2’de cam endüstrisinin talep ettiği cam kırığı spesifikasyonları görülmektedir. Bu standartlar, cam kırığının ergimiş camın kalitesini bozmaksızın harmana katılacak miktarı önemli oranda arttırabilmek için Cam Ambalaj Üreticileri Avrupa Birliği tarafından önerilmekte
Cam Spesifikasyonları
KATIŞIKLAR | SINIR DEĞERLERİ (g/t) |
Organikler (plastik, kağıt, mantar, deri, lastik) | 600(**) |
Anorganikler(taş, seramik, porselen, refrakter) | 50 |
Manyetik Metaller | 5 |
Nonmanyetik Metaller (alüminyum, kapaklar, ringler) | 5 |
Ağır Metaller | -- |
Tane Boyutu ( tavsiye edilen) | <50mm < 5mm Max. %5 |
Rutubet | %3 |
(**) Plastikler 100 g/t
Diğer taraftan bileşimin farklı olması nedeniyle soda - kireç camına ( cam ambalaj camı ) katılması mümkün olmayan cam türleri
- Isıya dayanıklı camlar:
- Borosilikat camı(sert cam)
- Laboratuar camı
- Mikroskop camı
- Renklendirilmiş düz cam
- Otomotiv camı
- TV tüpü camı
Cam Geri Dönüşüm Süreci
Fırına Hazır Cam Kırığı Hazırlama Kapasiteleri ve Süreci
Tüketim sonrası toplanmış cam ambalaj atıkları genellikle demi ve demir dışı metal malzemeden kapaklar, taş parçaları, plastik kapak ve folyolar, kağıt etiketler v.b. katışıklar içerdiğinden direk olarak cam ambalaj üretiminde kullanıma uygun değildir. Cam endüstrisinin talebini karşılamak için cam kırığı kirlilik ve katışıklardan arındırılmak üzere hazırlama tesislerinde genel olarak cevher hazırlama tekniklerinden yararlanan dört ana ayırma işlemi grubundan oluşan işlemler sürecinden geçerler.
- Elle ayıklama
- Mekanik, manyetik, pnömatik ayırma
- Yıkamalı – ince elemeli ayırma
- Otomatik ayırma
Cam ambalaj atığının cam kırığın dönüştüğü bu süreç Tablo’te verilmiştir
Tablo: Cam ambalaj atığının cam kırığına dönüşüm süreci
Manyetik ayırma:Stok sahasındaki atıklar besleme bandı ile ayırma bandına aktarılır. Manyetik ayırıcı bandın üzerinde durur. Çapraz hareket eden mıknatıs bandı vasıtasıyla serbest demir parçaları uzaklaştırılır. Cam ambalaj atıkları içindeki demirden malzeme ayrılmaz ise flint cam limit dışı yeşilimsileştiğinden renk kalitesi düşer.
Elle Ayırma :Banktaki iri parçaları kağıt, plastik, taş, seramik, porselen, farklı renkteki cam parçaları v.b katışıklar el ayıklama ( tavuklama ) yöntemiyle uzaklaştırılır. Özellikle iri taş ve seramik parçalar bu aşamada kolaylıkla ayrılır.
Kırma :Kırıcı seçiminin uygun cam kırığı eldesin de önemi çok büyüktür. Çünkü tane boyutu fırının enerji sarfiyatında oldukça etkilidir. Genelde çekiçli kırıcılar kullanılır ve çıkış açıklığı ortalama 10-25 mm’dir. Kırma işlemi ile cam ambalaj atıklarının parçalanarak katışıklardan serbestleşmesi sağlanır. Son zamanlarda çeneli ve tambur kırıcılardan ikili kombinezon ile % 15-20’ler düzeyindeki istenmeyen ince fraksiyon oranının kolayca %5’in altına düşürülmesi sağlanmıştır.
Titreşimle Eleme :Kırıcıdan çıkan ürün elenerek +40 mm ve -5 mm’lik tane fraksiyonları üründen ayrılır. İnce fraksiyon uygun kalitede ise paçal yapılarak fırına verilebilir. Kalite düşükse artık olarak çöpe atılır. İri fraksiyon kırma devresine boyut küçültme için geri beslenir.
Pnömatik Ayırma :Siklon, cam kırığı içersindeki mantar, plastik kaplar, metal ve plastik folyo ( kalay ve alüminyumdan ), ile kağıt etiket parçaları gibi hafif katışıkları uzaklaştırmak için kullanılır.
İnce Elemeli Tamburla Yıkama :Sisteme beslenen malzeme sadece kumbaralardan geliyorsa bu işleme gerek olmayabilir. Ancak çöplük camı ise kullanılmalıdır. Böylece toz, toprak ve çamurdan ileri gelen kirliliklerin su ile yıkanarak uzaklaştırılması sağlanır.
Otomatik Demir Dışı Ayırma:demir dışı metallerden yapılmış küçük ring ve folyo ve folyo parçalar bu aşamada ayrılır.
Otomatik Opak Malzeme Ayırma:Camın ışık geçirgenliği özelliğinden hareketle kızıl ötesi ışın kullanılarak porselen, taş ve plastik v.b. opak malzemelerin cam kırığından ayrılması sağlanır. Şimdilerde ışın yerine sayısal görüntü işleme kameralarının kullanılması ile hem ayırma randımanı arttırılmış hem de renk ayrımı aynı ünitede gerçekleştirilebilir olmuştur.
Cam Ambalaj Üretim Süreci
Birincil hammaddelerin tam olarak karıştırılması ile elde edilen harmana üretim ıskartalarının uygun boyutta kırılması ile elde edilen iç kaynaklı ve çevrecilik kapsamında yürütülen faaliyetler geri kazanılan dış kaynaklı cam kırığı şeklindeki ikincil hammaddelerin ilavesiyle malzeme girdisi fırında eritilmek için hazır hale gelir. Girdi, cam fırınında 1500oC’de eritildiğinde istenilen renkte bal kıvamlı akışkan bir sıvı olan soda – kireç camına dönüşür. Erimiş cam damla halinde kesilip otomatik olarak makinelerde presleme ve üfleme veya iki kez üfleme yöntemiyle kavanoz ne şişe şeklinde kalıplanır. Elde edilen cam ambalaj daha sonra programlı olarak soğutulur, hat üstünde hassas kalite muayenelerden geçirilir hatalı olanlar ayrılır.böylece üretim süreci tamamlanmıştır ve cam ambalajlar paketlenerek müşteride doluma gönderilmek için depolanır. Dolumda içecek-yiyecek ile doldurulup piyasaya sürüldükten sonra tüketiciye ulaşan ürünlerin kullanımı sonrası ambalaj atığı haline gelen kullanılmış cam şişe ve kavanozlar, geri kazanılarak fırına hazır cam kırığı haline getirilir, ardından fabrikalarda ikincil hammadde olarak kullanılarak yeniden şişe ve kavanozlara dönüştürülürler. Cam ambalaj böylece sürekli kullanılabilir. Cam ambalaj üretim süreci tablodaki gibi özetlenebilir.
Tablo: Cam ambalaj üretim süreci
Atık Camların Yeniden Kullanım Alanları
Dünyada uzun bir süredir hurda camlar, inşaat sektöründe kullanım alanları bulmuştur. Bu kullanım alanlarının ilki ve en önemlisi, tuğla ve beton parçalarının hurda camlarla karıştırılması ile üretilen bina panelidir. Cam dolgulu bina panelleri darbeye dayanıklı ve düşük su adsorpsiyonunu sahiptir. Cam yünü ve zımpara üretiminde de artan bir biçimde talep vardır.
Türkiye’de ise düz cam kırıkları binalarda dış yüzey kaplama malzemesi olan cam mozaik halinde kullanılmaktadır. İç mekanlarda dekorasyon amaçlı kullanılır. Trafik ve yol işaretleriyle yol çizgi, şerit ve kaplamalarında kullanılan boyalara katılarak işaretlerin ışığı geri yansıtması ve gece ışıldaması sağlanır.
Türkiye’de Cam Geri Dönüşümü
Türkiye son yıllarda hızla bir tüketim toplumu haline gelmiştir. Artan tüketime paralel olarak da oluşan atıklarda da , özellikle ambalaj atıkları, büyük oranda bir artış göstermektedir. Türkiye’de üretilen camlar; ambalaj camı, düz cam, zücaciye ve elyaf camıdır. Bunların içinde en büyük payı %35 ile ambalaj camları alırlar. Her bir cam türü üretim sırasında geri kazanılabilmektedir. Ancak tüketim sonrası geri kazanım geri kazanım sadece cam ambalajda mümkün olmaktadır. Toplamada henüz cam şişe kumbara sisteminin yaygınlaşmamış olması cam ambalaj atıklarının üçte iki oranında şehir çöplüklerinden temin edilmesine neden olmaktadır. Bunlarda kazmacı tabir edilen toplayıcılar tarafından çuvallara doldurulan atıklar daha sonra hurdacılara, oradan da işleme tesislerine gelmektedir.
1986 yılında İstanbul’da başlayan kaldırım kenarı toplama bugün Ankara, İzmir, Bursa, Mersin, İzmit ve Antalya Büyükşehir belediyelerine dek genişlemiştir.ayrıca Ege, Akdeniz ve Kocaeli Belediyeler Birliği kapsamındaki birçok belediye sınırları içine de cam şişe kumbarası konulmuştur. 2000 adedi geçen kumbaralarla toplanan cam ambalaj atığı miktarı 4000 tonu geçmektedir. Önemli miktarda yatırıma rağmen kumbaralar aracılığıyla cam ambalaj atık toplanması yıllık cam geri dönüşümünün %10’na varabilmektedir.kumbara performansları Batı Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında bu ülkelerde 5-10 kat daha fazla yüksek dolma verimliliği elde edildiği görülmektedir. Bunun tek sebebi halkın gönüllülük esasına dayalı bu faaliyete olan katılım düzeyinin düşüklüğüdür. Bu durumun giderilmesi içinde son günlerde eğitim ve tanıtım çalışmaları giderek arttırılmaktadır. Ancak ekonomiye katkısı yönüyle konu incelendiğinde, cam ambalaj geri dönüşümünde ilk küçük adımların atıldığı 1970’lerin başından 1998 yılı sonuna kadar 550 bin ton cam ambalaj atığının yeniden şişe haline getirildiği görülür. Böylece 2 milyar adedin üzerinde şişe ile ifade edilen bu değerle doğal kaynaklarda 1998 fiyatları ile 500 milyar liralık 1 milyon tona yakın hammadde tasarrufu sağlanmıştır. Tablo’dageri kazanılabilir atık maddeler içindeki cam miktarı görülmektedir.
Tablo 4.5 : İllere göre geri kazanılabilir atık maddeler içinde cam miktarı, aralık 1993 ( D.İ.E. 1993 )
İLLER | TEMMUZ (ton/ay) | ARALIK(ton/ ay) |
Adana | 4,69 | 23,07 |
Ankara | 12,52 | 16,41 |
Bursa | 22,18 | 30,23 |
Diyarbakır | 8,00 | 29,06 |
Gaziantep | 21,01 | 15,71 |
İskenderun | 25,79 | 24,23 |
İstanbul | 15,91 | 15,70 |
İzmir | 24,70 | 23,65 |
Kayseri | 8,80 | 12,34 |
Konya | 12,88 | 21,16 |
Samsun | 16,73 | 31,22 |
Dünya’da Cam Geri Dönüşümü
Batı Avrupa’da 1989 ve1996 yılları arasında toplanan camların geri kazanım oranının giderek arttığı gözlenmiştir.( Tablo 4.6 )
Tablo: 1989-1996 yılları Avrupa cam geri kazanım oranı
Yıllar | 1989 | 1996 | ||
Ülke | Miktar (binton) | Ulusal Geri Kazanım Oranı( %) | Miktar (binton) | Ulusal Geri Kazanım Oranı( %) |
Avusturya | 98 | 39 | 216 | 88 |
Belçika | 140 | 44 | 222 | 75 |
Danimarka | 33 | 32 | 126 | 70 |
Finlandiya | --- | --- | 32 | 62 |
Fransa | 700 | 28 | 1500 | 52 |
Almanya | 300 | 37 | 2737 | 79 |
Yunanistan | --- | --- | 40 | 26 |
İrlanda | 7 | 8 | 36 | 38 |
İtalya | 600 | 26 | 750 | 34 |
Hollanda | 245 | 48 | 375 | 82 |
Norveç | --- | --- | 46 | 76 |
Portekiz | 27 | 13 | 117 | 44 |
İspanya | 232 | 20 | 521 | 37 |
İsveç | --- | --- | 134 | 76 |
İsviçre | 155 | 46 | 283 | 91 |
İngiltere | 228 | 14 | 441 | 23 |
Türkiye | --- | --- | 72 | 20* |
Toplam | 3,340 | 29 Ortalama | 7648 | 57 Ortalama |
*Geri dönüşüm oranı
Almanya:1972’de Federal Almanya’da atık depolama yasasının sonucu olarak toplanan ve yeniden üretime sokulan camlar 1978’e kadar sadece 60 bin tondan 400 bin tona ulaşmıştır. Bunun sebeplerinden biride 1973’deki petrol krizinden dolayı enerji fiyatının artışıdır. Almanya’da 1975 ve 1989 yılları arasında cam kırığı hazırlama teknolojisindeki gelişmeler devam etmiştir. 1990 yılında geri kazanılan cam miktarı 1,5 milyon ton olurken 1990’ların sonuna doğru 2,5-3 milyon ton düzeyine ulaşmıştır.
Hollanda:geri dönüşüm 1921 Maltha firmasınca kurulan tesis ile başlar. 1930’larda atık cam ticaretine başlamıştır. 1956’da atık camı ayırmaya başlar , ardından 1973’de Rotterdam belediyesi ile geri kazanılmayan camların yeniden kazanımı için bir deneme projesine katılır. Bu çalışma kapsamında şehrin muhtelif yerlerine ve alışveriş merkezlerine 400 küçük konteynır yerleştirilmiş, 1985’te 10.000 adet cam şişe kumbarası ile yılda 205.000 ton cam birikmiştir.
İngiltere:Geri kazanılan camların ortalama %2’i şişedir. Kullanılan şişelerin en az %60’ı yeşil renktedir.bazen bu oran %90’lara varmıştır. Cam şişe kumbaraları ilk defa 1977’de kullanılmaya başlandı. Daha sonra dört yıl içersinde cam kumbara sayısı 2500’den 50002e ve 1990’dan 1995’e kadar da 10000’e çıkmıştır. Günümüzde ise bu rakam 22000’e ulaşmıştır. Her 2800 kişiye 1 kumbara düşmektedir.
ABD:ABD’nin cam geri dönüşümüne bakıldığında Batı Avrupa da %50’yi aşan düzeye rağmen %25-30’luk bir düzeyin sürdürebildiği görülmektedir. Bunun sebepleri başında Amerikalıların çevreye karşı duyarlılıkları gösterilebilir. Ayrıca geniş bir coğrafyada etkendir.
Yapılan araştırma ve bilinçlendirme çalışmaları insanoğlunun ihtiyaçlarının sınırsız, buna karşılık doğal kaynakların sınırlı olduğu şekillinde ki tespiti ortaya çıkmıştır. Bu düşünceden ulaşılan temel yaklaşım doğanın korunmasının esas olduğu esas olduğu yönünde olup, bu bağlamda çıkan tüm ana politikalar şimdiye dek yürütüldüğü gibi doğa ile çatışma ve doğayı sömürme yerine, çabaların doğa ile uzlaşma ve doğayı geliştirme yönünde olması şeklinde belirtilmiştir. Yinelenemeyen doğal kaynaklardan tasarruf etmenin yolları her tür madde ve enerji kullanımının kaynakta azaltılması ile başta ambalaj malzemeleri olmak üzere atık haline gelmiş malzemenin, malzeme ve enerji şeklinde geri kazanılmasıdır. Bu kapsamda diğer ambalaj malzemelerinin yanı sıra cam malzemesinin geri kazanılarak üretimde ikincil malzeme olarak hammadde yerine kullanılması bu alandaki önemli öncelikler arasında en başta gelendir.
Tüm bu çalışmaların yanı sıra cam geri dönüşümü arttırmada toplusal aktörlerin kendine düşen görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi olacağından, merkezi yönetim, yerel yönetimler, dolumcular, atık oluşturucu biz insanlar ve çevreyle ilgili sivil toplum kuruluşları, üniversiteler kendi katkı ve işbirliklerini ortaya koymak zorundadır. Ambalaj atıklarının gömülmesine neden olan sıhhi depolama uygulaması yapan belediyelerin transfer istasyonlarına en kısa zamanda malzeme geri kazanım birimlerinin eklenmesi sağlanmalıdır. Cam şişe kumbaraların ülke genelin de ve tüm dünyada daha da yaygınlaştırılmalıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)